Devletlerarası dostluk, menfaate dayanır

A -
A +

Hemen herkes ABD'nin Türkiye'ye karşı tavırlarından rahatsız. ABD yetkililerinin Türkiye için dillendirdiklerini, dostluk ve müttefikliğe sığdıramıyorlar. Ve, neredeyse bütün bir toplum; 1968'deki solcuların Amerikan aleyhtarlığı çizgisine çekilmek isteniyor! Politika, zamanı (istikbali) görebilme, okuyabilme; devlet adamlığı da bu görüşü değerlendirebilme sanatıdır. Türkiye'nin ABD ile dost ve müttefikliği; Rusya'nın Kars ile Ardahan'ı resmen istemesinden sonra meydana gelen zoraki bir birlikteliktir. Yani, ABD ile dost ve müttefikliğe mecbur kalmış; daha açık bir ifade ile, bu dostluğa mecbur edilmişizdir! ABD, asrın süper gücü; onunla dostluk ve birlikte yürüyebilmek elbette kolay değildir. Bu dostluğun belirli-belirsiz bazı riskleri olacağı tabiidir. İşte; bu riskleri asgariye indiren ve dostlar arasında menfaat dengesini temin edebilen de gerçek devlet ve siyaset adamlarıdır. Demokrasi tarihimizde, dış politikada parlayan yıldızlarımız; maalesef, merhum Adnan Menderes, merhum Fatin Rüştü Zorlu ve merhum Turgut Özal'la sınırlı kalmıştır! Ancak bunların devirlerinde aktif dış politika uygulanabilmiş ve Türkiye, dış alemde saygınlık kazanabilmiş ve bazı kananımlar elde edebilmiştir. Menderes ve Zorlu, Londra ve Zürih anlaşmalarıyla; elimizden tamamen çıkmış bulunan Kıbrıs'ta garantörlük hakkımızı elde etmiş ve bugün Kıbrıs diye bir davamız varsa, tamamen bu kişilerin başarı ve becerileri sayesindedir. Merhum Özal ise, Türkiye'nin dış dünya ile münasebet ve entegrasyonu için; o güne dek adeta bir fanus içinde hapsedilmiş ülkemizin kabuğunu kırmış ve çok kısa bir zamanda Türkiye'yi dünyadaki layık olduğu yerine oturtabilmişti. Dünyanın tek süper gücü kalan ABD'nin imparatorluk peşinde olduğunu bilmeyen yok. Bu durumu zaten kendileri de açıkça dillendiriyorlar. Bu süper güç, kendi istikbalini tayinle; dünyanın enerji kaynaklarına (başta petrol) sahip olmak istiyor. Hayatiyetini ve gücünü ancak bu sayede devam ettirebileceğini görüyor. Bizdeki ve dünyanın birçok ülkesindeki akl-ı evvel bazı politikacılar, ABD'nin bu niyet ve emelindeki haklı ve daha çok haksızlığını vurgulayarak tartışıyor ve ABD'ye karşı tavır alıyor! Halbuki bu husus; yani ABD'nin haklı veya haksızlığı tamamen fasl-ı diğerdir. Esas olan reel politiktir. Ülkelerini ve milletlerini düşünen gerçek devlet ve siyaset adamları, işte reel politiği görebilen ve ona göre hareket edebilenlerdir. İnsanlık tarihi boyunca yapılan onca savaşın, hangisinin haklı veya haksız sebeplerden dolayı çıktığı tartışılır?! Bu mu, yoksa savaşın neticeleri mi yani, reel durum mu önem arzeder? Bütün neticeler bu reel duruma göre dizayn edildiğine göre; gerçeklerden kaçmak, kime ne kazandırır?! ABD'nin hedef tahtasına oturttuğu İran'la; İttihatçı kafası gereği dost ve müttefikliği savunmak; yani ABD'nin karşısında tavır almak hangi aklın kârıdır? O İran ki, başta ülkemizi ve bölgemizi her an tehdit etmekte olan şer terör örgütlerinin merkezi ve hamisi durumundadır. Hiçbir şey yapamıyorsanız; Saddam'ı adam belleyip ziyaretine giden şu Bülent Ecevit'le Baasçı dostunun halinden ibret alın; yeter!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.