Son günlerin moda tabiri oldu; sorumsuz demeçlerle kurumlarımızı yıpratmayalım. Dikkat edildiğinde ise, kimsenin kimseleri yıprattığı falan yok. Yıpranma varsa, bunu yapanlar, bizzat o kurumların içindekiler... Bizim ülkemizde en ziyade yıpratılma, siyaset kurumu üzerinde yaşandı. Yıpratılma da ne kelime! Bu ülkede; hem de demokrasi içerisinde siyaset kurumu, her on yılda bir imha edildi. Bundan dolayıdır ki, her imha hareketinden sonraki yeniden yapılanmalar, bir evvelkisine nazaran daha ürkek ve boynu bükük gelişti. Demek oluyordu ki, her on senede bir, siyasetçiye haddi bildirilecek ve; ondan sonra gelenler de derslerini almış olarak yeni görevlerine başlamış olacaklardı! Nitekim, 1960 darbesinden sonra; gelip geçen tüm siyasetçiler (merhum Özal hariç), derslerine çalışmış olarak icra-i faaliyette bulundular. Oysa, milletimiz, dik durmasını biliyor ve hemen her seferinde siyasetçilerin yanında saf alıyordu. Bunun en açık işareti, iktidara getirilen siyasi partilerdir. Milletimiz, siyasetçilerin onurunu korurken acaba siyasetçiler milletin onurunu koruyabildi mi? Bu soruya, maalesef gönül huzuru içinde 'evet' diyemeyeceğiz. Milletimiz, demokrasi tarihimizde ilk defa kendi hak ve hukukunu gerçek manada koruyan bir siyasi harekete ve onun liderine sahip oldu. İlk defa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve başında bulunduğu partisi AK Parti, milletin hukukuna sahip çıkarak dik durmasını bildi. Bunu bazıları yanlış anlıyor ve diklenmek şeklinde ifade ediyor ki, tamamen yanlıştır. Demokrasilerde millet, siyasetçiyi iktidara taşırken, aynı zamanda onu, kendi adına görevlendiriyor. Zaten, siyasi partiler, seçimlerden önce, yapacaklarını program halinde millete sunmuşlardır. Hiçbir partinin programında; en ufak baskı karşısında 'şapkayı alıp gidilir!' diye bir madde yoktur. Ama, bu durumu altı kere yapmakla övünen siyasilerimiz var! İşte, bu yüzden, daha açık ifadesi ile bu denli siyasetçiler yüzünden demokrasimiz ilerleyemiyor. Bu yüzden, milletimizin özlem ve beklentileri hep bugünlere ve yarınlara kaldı.