Türkiye'miz, bilerek veya bilmeyerek çok geç kaldığı demokrasi yolunda dev adımlar atıyor! Bilerek veya bilmeyerek sözcüklerini kasıtlı kullandım. Çünkü, bizim demokrasi vetiremiz (süreç) az-buz değil; yarım asrı geçen bir zamana tekabül ediyor. İkinci Dünya Savaşı'nın galipleri, dünya üzerindeki emellerini kuvveden fiile çıkarmak için yaptıkları 'taksim' toplantısında Türkiye'miz; çok partili parlamenter sisteme geçmesiyle birlikte, Batı hinterlandında (Avrupa-ABD) yer aldı! Sovyetlerin sıcak denizlere inmesini önlemek gayesiyle, Balkanların ve Karadeniz'in güneyinde oluşturulan güvenlik şeridinde; Yunanistan'la birlikte aynı misyonla NATO içerisinde bulunduk. Türkiye, başta Sovyetler olmak üzere bütün bir Warşova Paktı'na karşı, bu bölgede tek başına direndi. Dolayısıyla; bugün Sovyetler yıkılmış ve ABD tek başına dünyanın yegane süper gücü olarak kalmışsa, bunda Türkiye'nin rolü inkar edilemez. Türkiye, onca sene katlandığı bu külfetlerin karşılığını dost ve müttefiklerinden görememiştir. Sınır komşularımızdan tecrit edildiğimiz bölgemizde; hem karada ve hem de denizde komşu bulunduğumuz Yunanistan'la karşılaştığımız her ihtilafta yalnız bırakıldık! Batı, medeniyetinin öncüsü addettiği Yunanistan'ı her fırsatta destekledi ve Türkiye'ye karşı sahiplendi! Türkiye; içinde yer aldığı siyasi ve askeri paktlarda adeta idare ediliyordu! Bütün bunlar yetmezmiş gibi, ayrıca; yine dost ve müttefik bildiğimiz ülkelerin destek ve himayesiyle başımıza PKK terörü bela edildi! Soğuk savaş döneminde maruz kaldığımız bütün bu iç ve dış gaileler; yetersiz ve burnunun ucunu göremeyen; dünyanın dününü, bugününü, yarınını kestiremeyen nakıs yöneticiler elinde, maalesef demokrasimiz gerekli olgunluğa kavuşturulamadı! Hiç kimse çetin coğrafya gerekçesi ardına saklanmasın! İsrail'den daha çetin bir coğrafyada bulunmuyoruz! Çepeçevre etrafı düşmanla çevrili ve onlarla her an savaş halinde bulunmasına rağmen, İsrail, kendi halkını demokrasiden ve onun en kamil manada nimetlerinden geri koymadı! Bilmem anlatabiliyor muyum? Kör-topal, ağır aksak emeklemeye çalışan demokrasi bile bu necip millete fazla görüldü ve her on senede bir onun da önü kesilmedi mi?! Yunanistan'la birlikte önümüze gelen AB'ye üyelik fırsatını Bülent Ecevit'in Başbakanlığı döneminde (1979) kendi ellerimizle itip kaçırmadık mı? Geçen geçti de; şimdi önümüze gelen bu tarihi fırsatı kaçırmamız için ne gerekçe var? Yöneticilerimiz; Türkiye'nin ve Türk insanın içine düşürüldüğü 'açlık sınırının altında' bir hayat tarzıyla çok mu keyifliler? Değillerse, kaybettiğimiz onca zamanı süratle telafi etmemiz gerektiğine ve bunun için de gece gündüz çalışıp; bu asil milleti de layık olduğu yere çıkarmak için daha ne bekliyorlar?! Dünyanın gözü üzerimizde! 70 milyon Türk insanı ile birlikte bütün medeni âlem; Cumhurbaşkanı Sezer'in önündeki anayasa ve kanun değişikliklerine ne tür bir yaklaşım sergileyeceğini merakla bekliyor! Dileyelim; bu meraktan bizi çatlatmasın!