Daha önceleri egemenlik, bütün dünyada Allah'a aitti. Batıda kilise kendisini Allah'ın vekili görerek bu yetkiyi asırlar boyu kullandı. Sorumsuzca kullandığı bu yetkiyle insanlara zulmetti. Zamanla bu zulümlere başkaldıran insanlar yetkiyi kiliseden alarak halka verdiler. Türkiye Cumhuriyeti devleti de bu anlayışla kuruldu. Türkiye'mizin demokrasi tarihi, maalesef hep "egemenlik kime aittir?" münakaşaları ile geçti ve el-an da geçmektedir. Halbuki Devletimizin, ta kurulduğu günden beri Meclisinin duvarlarında; "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ifadesi yer almaktadır. Bununla da yetinilmemiş; okul kitaplarından, okul ve resmi daire duvarlarını ve hatta sokaklarımızı adeta zafer takı şeklinde süsleyen ve mahyalaştıran bu ifade milletimize anlatılmak istenmiştir. 1960 ihtilaline kadar, milletimiz bu egemenliğini seçtiği vekiller vasıtası ile yani TBMM'de kuvveden fiile çıkararak kullanıyordu. Parlamenter demokratik sistemin gereği de bu idi zaten. Ama, ne zaman ki 1960 askeri müdahalesi ile seçilmiş iktidar (DP) al aşağı edildi, TBMM'nin kapısına kilit vurulup, iktidar partisine mensup milletvekilleri toptan Yassıada zindanlarına sürüldü; yapılan 1961 Anayasa'sı ile siyasi sistem yeniden inşa edildi. Öyle olsa idi O günkü "CHP artı ordu, eşittir iktidarı"nın hesabı şu idi: Bu millet, henüz demokratik rüştünü ispatlamış değildir! Öyle olsa idi, CHP'yi iktidara getirirdi! Bakınız onca seçimler yapmamıza rağmen, millet mütemadiyen CHP'nin karşısındaki partilere teveccüh ediyor, onları iktidara getiriyor. Nasıl yapalım ki, milletin seçtiği bu iktidarları muktedir kılmayalım? Yasama (TBMM) ve Yürütme (hükümet) erklerinin yetkilerini ellerinden alıp, oluşturacağımız kurum ve kuruluşlara verelim! 1961 Anayasa'sına bu dediklerini koyarak gelecek iktidarın elini kolunu bağladılar! 1965 ve 1969'da iktidara gelen Süleyman Demirel bu durumdan devamlı şikayetçi olmasına karşın, sözünü kimselere dinletememiş; 1971 Askeri Muhtırası ile iş başına getirilen "ara rejim iktidarları" kurtuluşu, bu maddelerin bir kısmının değiştirilmesinde bulmuş, böylece biraz olsun iktidara nefes aldırabilmişlerdi. 1980 Askeri müdahalesinden sonra ise, 1961 Anayasa'sı topyekûn rafa kaldırılmış ve yine askeri yönetimin telkiniyle bu defa "1982 Tepki Anayasası" meydana getirilmiştir ki, onun da nice olduğu ortadadır! Anlayabilenin keyfine kalmıştır! Meclis iç tüzüğünde yer alması gereken, çok basit usule ait hükümler bile çetrefilleştirilerek Anayasa'ya konulmuş artık onu uygulamak okuyup anlayabilenin keyfine kalmıştır! Bu iddiamızın tipik ispatı; 1982 Anayasa'sının 102. ve 106. maddeleridir. Buyurun hep beraber okuyalım ve işin içinden öyle kolayca çıkılamayacağını hep birlikte görelim. Madde 106- Cumhurbaşkanının hastalık ve yurt dışına çıkma gibi sebeplerle geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde, görevine dönmesine kadar; ölüm, çekilme veya başka bir sebeple Cumhurbaşkanlığı makamının boşalması halinde de yenisi seçilinceye kadar, TBMM Başkanı Cumhurbaşkanlığına vekillik eder ve cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır. Madde 102- (sonu)... Seçilen yeni Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi devam eder. Bu basit meselede bile; kimimiz TBMM Başkanı vekalet etmeli, kimimiz ise, görev süresi bitmiş olan Cumhurbaşkanı görevine devam eder diyor! Bugün geldiğimiz noktada TBMM, '367' kararıyla tıkanmış durumdadır. Bu tıkanıklığı giderecek, bu kilidi açacak anahtar milletimizin elindedir. Bundan dolayıdır ki, 22 Temmuz seçimleri demokrasimizin yani egemenliğin milletimizin olduğunu izhar ve ispat etmek için tarihî bir fırsattır. NOT: Sevgili okuyucularım malumunuz olduğu üzere, AK Parti'den İstanbul üçüncü bölge milletvekilliği için adaylığımı açıkladım bu haberimi okuyan veya herhangi bir vesileyle duyan okuyucularımızın ve dostlarımızın tebrik yağmuruna tutuldum nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum; tek kelimeyle mahcubum sizlere layık olmaya çalışmak bizden, başarı Allah (c.c.)'dandır. Gönül dolusu teşekkür, muhabbet ve saygılarımla... F.B.