Türkiye olarak idari sistemimizde büyük eksikliklerimiz var. Bir tane, en büyüğü var ki, hemen hepsine bedel.. O da demokrasiyi hazmedemeyişimizdir. Sebebini bilmiyorum. Oysa biz toplum olarak; en üst yönetimde de olsa meselelerimizi meşveret eden (danışan) ondan sonra karar verme geleneğinden geliyoruz. Dolayısıyla demokrasiye alışmak, onu özümseyerek yaşamak bize gelmeliydi. Şimdi bakınız; demokrasi bizim bulduğumuz bir idare şekli değildir. Batı'nın, çok acı tecrübeler sonunda bulduğu kötünün en iyisi veya iyinin en kötüsü olarak tanımlayabileceğimiz bu idare şekliyle bugün, bütün medeni ülkeler yönetilmektedir. Demek ki, insanoğlu kendi eliyle iyinin iyisini henüz bulmuş değil! Demokrasi, bize dışarısının (ABD'nin) telkinleriyle gelmiştir. Hadi daha açığını yazalım; zoraki telkinle gelmiştir! Yoksa, o günkü idarecilerin (1945) asla ve kat'a demokrasiye geçmek gibi en ufak bir niyetleri yoktu! Demokrasi, demos kratos gibi iki Grekçe, sonradan Latince kelimeden geliyor. Halk ve idare demek. Demokrasi, halkın kendini idaresi manasına.. İdareyi halka verebilmek için evvel emirde halka, halkın kendini iyi idare edebileceğine inanmak ve güvenmek lazımdır. Bu ise, bizim en büyük eksiğimizdir. Yani, ne bürokrasimiz, ne de her kademedeki insanımız (istisnaları hariç) idare konusunda kendi halkına hem inanmıyor ve hem de güvenmiyor! Bundan dolayı olsa gerek ki, daha ilk tecrübede (1946 seçimleri) sandıklardaki oyların değerlendirilişinde 'açık oy, gizli tasnif' rezaleti yaşandı. Halkın oyu ile iktidar olan ilk partinin (DP) yöneticileri, dar ağaçlarında sallandırıldılar. (1960) İşte ne olduysa bundan sonra oldu; yapılan 1961 anayasası ile, bundan böyle iktidara geleceklerin yetkileri büsbütün kısılmıştır. Artık, bir parti tek başına iktidara gelmiş olsa da, asla muktedir olamayacaktır. Bu durumu ise, o gün bugündür yaşamaktayız! Çok açık ifadesiyle yazıyoruz: 1960 senesinden sonra gelen iktidarların boyunlarındaki davulun tokmağı hep başkalarının elinde olmuştur. Bu yüzden; demokrasimizin son 50 senesine imzasını atmış olan Süleyman Demirel kendisini 'rodeocu' olarak nitelemiştir! Demirel örneğini bilerek ve mahsus verdik. Sistemle en küçük bir ters düşmesi, dolayısıyla mücadelesi olmayan bir insan bile, yönetimde ancak 'rodeocu' olabiliyorsa; bu çetin dağlar nasıl aşılacaktır?! Ve yine bu yüzden; her devletin 'derin'i vardır. Güvenlik açısından olması da gerekir. Elbette kanun ve hukuk dairesinde.. Ama biz, millete ve milletin seçtiklerine güvenmediğimizden dolayı devletimizin 'derin'ini iktidarların aleyhinde işletir olduk! Onları, on yılda bir alaşağı ettik. Partilerini kapatıp kendilerini siyasi yasaklı kıldık! İyi de bunun adını koymak gerekmez mi? Demokrasi bunun neresinde?