Ergenekon'un düşündürdükleri -1-

A -
A +
Rutin dışına çıkmayı âdet edinen bizdeki derin yapılanma, son şekliyle 1952 tarihli NATO konsepti ile devlet hayatımıza girdi. Bu meş'um günü takip eden; her on yılda bir yapılan askerî müdahalelerle de pençinlenerek bugünlere geldi.
Bu meş'um halin iki türlü dizaynı vardı; birisi içeriye dönük, diğeri dışarıya yönelikti. İçeriye dönük olanın özeti: Bu halk henüz rüştünü ispat edebilmiş değildir; bu yüzden gerçek demokrasiye layık değildir. Sözde bir demokrasi kurup onu idare etmeliyiz. Yönetim, asla bu halkın seçtiklerinin elinde olmamalı; bu halkın eğitim seviyesi ne ki; seçtikleri ne olsun?!.
Hükümetçilik oynattıkları halkın seçtiklerine; nafi'a (bayındırlık, imar) işlerini bile fazla görmüş olacaklar ki; buna bile tahammülsüzlük gösterip, iktidarları alaşağı ettiler. Millet, kalkınırsaymış, beklentileri artarmış!.. Yoksullukla boğuşmaktan başını kaldırıp etrafa bakamasın; hele hele dış dünyaya, oralarda neler olup bittiğine hiç bakamasın!
Yurt dışına çıkmak hayal bile edilemezdi. Zira gerekli dövizin temini bakanlar kurulu kararını gerektiriyordu!
İçeridekilerin kahir ekseriyeti hasta addedilip; 'meşguliyetle tedavi'ye tabi tutulurken; dışarısının da 'ileri karakolu' olarak sömürülmeye devam ediliyordu. Böylesine bir pazarlıktan; alan da satan da memnundu! Memnun olmayan yalnızca milletin kendisi idi; o da, ekmeğinin peşinde ömür törpülüyordu!
Ergenekon 'derin' yapılanması; siyasetçiye biri bayramlık, diğeri idamlık iki elbise biçiyor; nedense hep idamlığını giymesini salık veriyor! Kendisi devamlı bayramlıkla arzı endam ederken; millete ve milletin seçtiklerine sürekli 'kefen' biçiyor! Bütün bunlardan daha vahimi olarak; bu zihniyet, kendilerini "la yüs'el" (sorgulanamaz) makamında görmesi idi.
Bizimki kadar olmasa da, benzer durum İtalya'da da vardı. Seneler önce, orada; gözüpek savcılar çıkıp; la yüs'elleri yargıladılar ve başbakanları, bakanları, yagıçları, iş adamlarını, bürokratları, gazetecileri, medya patronlarını, bankerleri, profesörleri yargılayıp mahkûm ettirdiler. Bizimkiler, kendi halklarını ve onların seçtiklerini öylesine 'sürü' görüyorlardı ki, İtalya'da veya başka bir yerde olanlardan da ibret almadılar.
Kendilerini de 'sigaya çekecek' bir 'Molla Kasım'ın gelebileceğini hiç hesap etmediler.
Özal diye bir adam geldi; bunların tabularını yıkıp milletin önünü açtı. İletişim araçlarının da yardımı ile millet; dünya ile tanıştı. Kendisine biçilen kepaze hali gördü. Özal'ı öldürüp bu işten sıyrılabileceklerini vehmettiler. Halbuki Özal, tüpün içinden macunu çoktan çıkarmıştı!
Türkiye'de hakimler, savcılar yok muydu? Elbette vardı ancak; arkalarında 'dik duran' siyasi irade olmadığı için, kimse sesini çıkaramıyordu. Zira, çıkan ses ya susturuluyor; ya da o çıktığı dil, kökünden koparılıyordu!
Özal'ın açtığı kapıdan millet; Tayyip Erdoğan'ı ve kurucusu olduğu AK Parti kadrolarını iktidara taşıdı.
Böylece; 'dik duran' bir iktidar nihayet gelebilmişti...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.