Geçen hafta; İsrail'in Ankara Büyükelçisi ziyaretime geldi. Meclis'teki odamda kendilerine randevu verdim. Büyükelçinin Bergamalı olduğunu öğrenince; lafı uzatmadan hemen konuya girdim; "Gazze'de yapılanları nasıl izah edeceksiniz? Dünyanın gözü önünde, kelimenin tam anlamıyla (soykırım) yaşanıyor! Sivil insanlar ölüyor. Halkın evleri başlarına yıkılıyor. Su yok, elektrik yok, yiyecek sıkıntısı had safhada... On binlerce kişi ölümle burun buruna! Hamas'ı seçti diye bir halk, böylesine gayr-i insani olarak cezalandırılır mı? Kundaktaki bebekler katlediliyor. Bunları televizyonlar yayınlıyor. İsrail devletinin prestiji ayaklar altında! Ne yapmak istiyorsunuz?" diye sorunca; Büyükelçi; "Siz de Kuzey Irak'a girdiniz. Demek ki devletler bazen mecbur kalıyorlar!" demez mi? Kendisine; "... Evet, biz sınır ötesi harekât yaptık. Ama bir tek sivilin burnunu kanattık mı? Hedefimizde terör örgütünün inleri vardı, onları halledip 8 gün içinde çekildik. Bütün dünya bizi hayranlıkla izledi ve takdirlerini iletti!.." dedim. "Ama, Hamas da bizim sivil mekanlarımıza füze fırlatıyor" dedi. Bunun üzerine kendisine, "Filistin tarafının attığı füzelerle kaç tane sivil İsraillinin öldürüldüğünü bana söyler misiniz?" diye sordum. "Böyle soru olmaz! Füzenin tedirginliği yetiyor! İlla ölmemiz gerekmez" şeklinde kendince bir savunma yaptı. Büyükelçiye son sözüm şu oldu: "... Bu savaştan İsrailliler de yoruldu. Bir insan ömrü (63 sene-ortalama), başlıyor ve bitiyor. Bu ömür hep savaşla geçiyor ama, savaş hâlâ devam ediyor! Bunun bir manası olabilir mi? Bakınız ve yetkililerinize de söyleyiniz. Bizim Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Orta Doğu barışı için büyük bir şans, iki taraf için de güven duyulan önemli bir şahsiyet. Bu fırsatı iyi değerlendirin ve bu barışı artık sağlayın!" Tayyip Erdoğan'a, arabuluculuk konusunda güvendiklerini ve bunu kendisinden istediklerini söyledi. Bakalım; diyeceğim ama elimizi çabuk tutmalıyız. Zira Gazze'nin bu haliyle 1 dakika bile beklemeye tahammülü kalmamıştır...