Devletler de tıpkı insanlar gibi, güçlü dost ve müttefik ararlar. Ne kadar sadık ve samimi olursa olsun, güçsüz dostun zamanla yük ve külfet getireceği aşikardır. Bu güçsüzlüğü yanında, bir de haddini aşarsa, başa bela olduğunun resmidir! Her ne şekilde olursa olsun ve kimler ne niyetle yapmış olursa olsun; 11 Eylül, Yeni dünya düzeni için bir "milat"tır. Bu "miladı" görmek istemeyenler veya görüp de yanlış değerlendirenler; bu düzende yerlerini alamayacaklardır. Suriye, terörist örgütlere yardım ve yataklık etmesine ve ABD tarafından "hedef ülke" gösterilmesine rağmen; derhal bu konumdan çıkmanın gayretlerine girdi. İsrail ile vaki problemlerini çözmek için Türkiye'nin arabuluculuğuna başvurdu. Devlet Başkanı Beşar Esad, ülkesinde liberal ekonomiye geçiş için köklü reformlara girişti. Yine Orta Doğu'nun en katı ülkelerinden olan Suudi Arabistan, Cidde Ekonomik Forumu'nun ardından başta anayasa olmak üzere, bir dizi reformları tartışmaya açtı. Prens Abdullah; "Reformları düzenli bir şekilde hayata geçiriyoruz. Bu reformlara kimsenin karşı çıkmasına müsaade etmeyeceğiz. Buna karşılık; bu reformları gerçekleştirebilmemiz için vatandaşlarımızı devletle birlikte çalışmaya davet ediyorum" açıklamasında bulundu. Aynı şekilde; Riyad'daki Kral Suud Üniversitesi profesörlerinden Abdül Halik El- Hayy da; "Suudi Arabistan'da, özellikle kadınlara uygulanan baskıların islamiyetle bir alakası yoktur. Mevcut tatbikatlar, islamiyetle hiçbir şekilde uyumlu olmayan muhtelif alışkanlıklardan kaynaklanmaktadır" dedi. Görüldüğü üzere; bölgemizdeki en katı rejimler bile; ister istemez kendilerini "değişime" tabi tutmak zorunluluğunu hissediyorlar. Türkiye model ülke İşte; tam burada Türkiye, güçlü ekonomik ve askeri yapısı ve demokrasisi ile temayüz ediyor ve bölgedeki ülkeler arasında yegane "model" oluyor. Bu "model" ülke, ABD'nin stratejik ortağı ve müttefikidir. İşte ABD, bundan dolayı güçlü bir Türkiye istiyor. Zira bunda ABD'nin stratejik çıkarları söz konusudur. Güçsüz, komşuları ile problemli; kendi içinde boğuşan bir ülkenin kendine hayrı olmaz ki; nerede kaldı bölgesinde "denge" ve "istikrar" unsuru olabilsin! Bundan dolayıdır ki, ABD, Türkiye'nin mevcut problemlerini bir an evvel halletmesini istiyor. Bunların başında Kıbrıs geliyor. Çeyrek asırdan beri, Kıbrıs konusu her uluslararası platformda Türkiye'ye ayak bağı olmuştur. İlk defa Türkiye'de bir hükümet gelmiş ve bu meseleye "çözüm" yolunda el atmıştır. Hükümetin ve Türkiye'nin samimi gayretleri ortadadır. Başbakan Tayyip Erdoğan; "müzakerelerde Türk tarafının, Rum'lardan devamlı olarak bir adım önde olacağını" vurgulamıştır. Yine bu cümleden olarak Başbakan, Başkan Bush'tan; ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın, müzakerelerde "kolaylaştırıcı" rol üstlenmesini talep etmiş ve bu talep derhal karşılanmıştır. Çözümden yana tavır Bütün bu girişimlerden sonra, başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere tüm dünya, Kıbrıs konusunda Türkiye'nin "çözüm"den yana tavır aldığını görmüş oldu. Böylece uluslararası arenada Türkiye'nin eli güçlenmiş oldu. 11 Eylül "milad"ından sonra, ABD Başkanı Bush dünyayı ikiye ayırdı. "Bizim yanımızda yer alıp terörle mücadele edecekler ve bizim karşımızda olacaklar!" Hatta daha da ileri giderek; karşıda yer alacakları terörle ve terörist örgütlerle birlikte mütalaa etti! Terörden en ziyade çekmiş ve bu uğurda 30 bin vatan evladını kaybetmiş Türkiye'nin konumu ve fiili durumu da ABD ile örtüşmektedir. Türkiye'nin düşmanları, en son KONGRAGEL (PKK-KADEK) ismini alarak Kuzey Irak dağlarında barınmaktalar. ABD, KONGRAGEL'i de terörist örgütler listesine aldı ve ABD'nin Irak valisi Bremer, "Yeni Irak'ta teröristlere yer yok!" ifadesini kullandı. 1 Marttaki, Tezkere krizi ile zedelenen Türk- Amerikan ilişkileri, Başbakan Erdoğan'ın ziyareti ile gerçek dost ve müttefikliğe yaraşır bir görünüm kazanmış oldu. Türkiye gazetemiz tüm bu görüşmelerin özetini iki kelime ile özetleyerek manşetten duyurmuştu: "Tam mutabakat" Şimdi iş, tatbikatta...