Hukukun itibar görmediği, ayaklar altında çiğnendiği bir dünyada yaşıyoruz. Geçen Asr'ın başlangıcından itibaren, alemden nizam çekilince; hak güçlünün olmuştur. Bilindiği üzere, alemde nizamı bizim ecdadımız sağlıyordu. Türk denince İslamiyet; İslamiyet denince de hak ve adalet anlaşılıyordu. Kuvvet ve kudretimizi kaybedip Cihan Devleti'mizi yitirdikten sonra; Türk'ü Anadolu Yaylası'na hapsettiler! Etrafımızı da; bizi onlara, onları bize düşman ederek ateş çemberi ile çevirdiler! Geçen Yüzyıl'ı, neredeyse dünyadan tecrit edilmiş bir halde yaşamağa mahkum edildik. Ta ki, Yüzyıl'ın son çeyreğinde Turgut Özal gelinceye kadar.. Özal'dan önce Başbakanlık yapan Süleyman Demirel'in şu sözünü unutabilmek mümkün değildir. Ve bu söz; geçen Yüzyıl içinde hapsedildiğimiz milletçe trajik hayatımızın hikayesini özetlemeye kafidir. 'Valimizi katırın kuyruğunda Hakkari'ye gönderebildik!' Seneler senesi, bu millete burnunun ucu gösterilmedi ve adım atmasına asla müsaade edilmedi! Zaten özel radyolar ve televizyonlar olmadığından, milletin haberleşme imkanı yoktu. Dünyada ne olup ne bittiğinden kimsenin haberi yoktu! Bizim halimiz; zindandan haykıran şairin acı dolu siteminde ifadesini buluyordu: 'Güneş'e göç var da, kalan biz miyiz?!' Gücü elinde bulunduran müstevliler, Türkiye'yi hedefe oturtarak, öncelikle etrafımızdaki komşu devletleri bize amansız düşman ettiler! Yalnızca; Suriye ve Irak ile münasebetlerimize bakın, aynı hükmü siz de vereceksiniz. Suriye de Irak da, asırlar boyu bizim vilayetlerimizdi. Aynı inancı paylaşıyorduk; asırların birlikteliği ile etle tırnak gibi olmuştuk. Onları bizden ayırıp, sözde müstakil devlet yaptılar. En uzun kara sınırımız Suriye ile oldu. Suriye insanı, tarihin derinliklerinden gelen ticari bir zekaya sahipti. Oraya komünist idare getirterek, Suriye insanını körelttiler! Zorba idarecileri marifetiyle Türkiye'ye karşı devamlı surette hasmane tavırlar sergilediler. Aramızdaki sınır mayınlarla döşendi; parçalanmış köy ve akrabalar dahil, birbirine geliş gidiş yasaklandı! Tavşana kaç, tazıya tut diyen zihniyet; hem Türkiye'nin ve hem de Suriye'nin ihtiyaçlarını karşılıyor; ama zinhar bu iki ülke arasında her hangi bir ticarete müsaade etmiyordu! İki komşu ülke arasındaki münasebet, yalnızca dini bayramlarda; o da tel örgüler arkasından tam bir kepazelik örneği olarak yaşanırdı! Yetmedi; Türkiye'nin başına bela edilen anarşi ve terör Suriye'de odaklandırıldı. Kamplar orada kuruldu, teröristler orada eğitilip üzerimize salındı! Şimdi bir kere daha düşünün; bütün bu yapılanlarda, komşu ülkelerin kaybı ve kazancı nedir?! Komşu ülkeler, birbirleriyle münasebetlerini keserken veya birbirlerine diklenip horozlanırken; birbirlerinin kuyularını kazarken kaybeden ve kazanan kimler oluyor?! Dün, Irak'la Körfez savaşı yapanlar, faturayı bize ödettirdiler! Bugün, aynı savaşın tekrarını dillendiriyorlar, hedef yine Türkiye! Özal'dan sonra bir akil adam gelmeyecek mi, ne zaman uyanacağız?!