57. Hükümet en zor sınavını AB kapısında veriyor. Her ne kadar Hükümet, istikrarı temin iddiasıyla iktidarda bulunuyorsa da, yapısındaki üçlü oluşum ve bunlardan her birisinin ayrı telden çalması ve kendilerine göre saplantılar sergilemesi, kendiliğinden bu zorluğu doğuruyor. Nitekim; Hükümetin hazırlayıp AB'ye sunduğu "Protokol"de, her üç siyasi partinin tasvibi ve bunların genel başkanlarının imzası olmasına rağmen; bunları görmezden gelip, tamamen iç politika hesapları ile oyunbozanlığa soyunmaları ve bu doğrultuda beyanat vermeleri işi yokuşa sürüyor! Kendi içinde böylesine tutarsız bir Hükümetin AB'ye anlatabileceği bir şeyi olması gerektir! AB de, zaten bunu bildiği için üzerimize üzerimize geliyor! Malum; önümüzdeki Haziran ayı, Türkiye için çok kritik bir zaman dilimini ifade ediyor. Koalisyon partilerinin önünde; bir türlü anlaşamadıkları üç ana konu; her bir iktidar partisinin ayrı tarafa çektiği şekliyle duruyor. Bunlar: Ana dilde yayın ve eğitim, idamın kaldırılması ve Kıbrıs konularıdır. Cumhurbaşkanı sayın Sezer, Hükümetin önündeki bu zorluğu sezmiş olacak ki; meseleyi hükümet üstü bir konuma taşımak ve bütünüyle siyasete maledebilmek için, parlamentoda bulunan bütün siyasi partilerin liderleri ile toplantı yapmayı önerdi. Cumhurbaşkanı konsensus arayan bu tavrı ile sorumluluğu, iktidar ve muhalefetiyle bütün bir parlamentoya vermek istiyor! Bunda başarılı olabilecek mi? Bizce zor! Çünkü; bu üç ana konuda, muhalefet partilerinin de görüş birliği yok! Herkes AB'ye girmek istediğini söylüyor da, kimse bunun yolunu yordamını hem bilmiyor, hem de gösteremiyor! İşin en kötü tarafı, iktidar partilerinden MHP ile ANAP'ın birbirlerini suçlamaları! Her iki partinin genel başkanları parti gruplarında yapmakta oldukları konuşmalarda suçu birbirlerine atıyor ve birbirlerini neredeyse vatan hainliği ile itham ediyor! Bunu açıkça ifade etmeseler de, millet enayi değil; her şeyi görüyor, dinliyor ve değerlendiriyor. Bu değerlendirmelerin sonucunda böyle bir hükme varıyor. Dolayısıyla koalisyon partileri kendi içinde tutarlı değiller. ANAP lideri Mesut Yılmaz, Kıbrıs konusunda tezimizi Avrupa'ya anlatmalıyız; aksi halde bugün Türkiye'nin ve KKTC'nin karşısında yalnızca Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan var ama, yarın karşımızda büyük bir AB olacaktır diyor. Yani, biz yan çizersek AB, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tek taraflı olarak birliğe dahil edecek ve bundan böyle Kıbrıs konusunda muhatabımız AB ülkeleri olacak, diyor. Mesut Yılmaz'a sormak lazım. Acaba, KKTC ve Türkiye Kıbrıs tezlerini yeterince anlatamıyor mu, yoksa AB ülkeleri bunu anlamazlıktan mı geliyor? Bütün mesele budur. Ama, gelin görün ki, Türkiye, Kıbrıs gibi en hayati ve haklı davasını daha, iktidarındaki kendi siyasi partisine ve onun genel başkanına anlatabilmiş değil! Eğer, anlatabilmiş olsaydı, Mesut Yılmaz başkalarının ağzıyla konuşmazdı! Böyle bir durumda, Başbakan, "herkes kendi yönünü çizer ve kendi yolunda gider" diyor; Başbakan yadımcısı, Türkiye AB'yi karşısına alır demeğe getiriyor! Kıbrıs konusunda değil AB ülkeleri hemen hemen bütün dünya Türkiye'nin karşısında tavır almış durumdadır. Bu, yeni bir mesele değil ki! Türkiye ve KKTC, çeyrek asırdır, bu haklı davasını haykırıyor ama adamlar, bilerek anlamazlıktan geliyor. Yani art niyetliler! Mesut Yılmaz bunu nasıl göremez? Kıbrıs'ı vererek Kıbrıs meselesi çözülmez ki! O zaman Mesut Yılmaz'ın ve bütünüyle siyasetin varlık sebebini anlamakta zorluk çekeriz! Mesut Yılmaz ve diğer siyasiler, Türkiye'nin haklarını savunmak ve haklı davalarını anlatabilmek ve muhataplarını ikna edebilmek için seçilmişlerdir. Millet, bunun için onlara oy verip iktidarı teslim etti. Kıbrıs'ı Yunan'a teslim etmek için değil!