Bu ülkede; kurulduğu günden beri hemen her şey ters gidiyor! Zira giyilen gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmiştir! Takip eden düğmeleri, istediğiniz kadar itina ile ve sırasıyla düğmeleyin; gömlek sırıtacaktır!
Meclis'in duvarına 'egemenlik milletindir!' diyerek, egemenlik milletin olmuyor. Nitekim, iktidara gelenler, millet eliyle iktidara gelmediği gibi, kendi iktidarlarını da millet için kullanmadılar. Tek partili ceberut (zorba) rejim, millete rağmen icraat yaparak 1950'lere (çok partili, demokratik hayata) ulaştı.
Ta Tanzimat'tan beri; devlet ve millet hayatımızda tevarüs edilen, bürokratik-oligarşik sistem, İttihat Terakki ile zirve yaptı; tek partili CHP yönetimleri ile de (İsmet İnönü'nün başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı dönemleri) devam etti.
Askerî ve sivil bürokrasiden oluşan bu oligarşik yapı, devamlı olarak kendini milletin üstünde gördü. Bu kafaya göre millet, 'sürü' idi ve güdülmeye mahkûmdu! Bu yüzden, milletin idaresi asla millete verilemezdi!
Demokrasiye geçildiğinde ise, kurtuluşu 'vesayet' rejiminde buldular. Bunun için; ihtilalle vesayet anayasaları hazırlayıp millete dayattılar ve yürürlüğe soktular. Artık kim iktidar olursa olsun; iktidarcılık oynayacak; asıl güç, vesayetçilerin elinde bulunacaktı! Kendilerini dinleyen ve kendilerinin suyunda giden iktidarlarla gül gibi geçinip gittiler. Biraz ileri giden başbakanları, derhal hizaya soktular! İktidarlarını başlarına yıkıp; partiler üstü(!)absürd yönetimleri iktidarlara taşıdılar.
Vesayet rejimini ilelebet sürdürebilmek için, başta askerî bürokrasi olmak üzere; devletin derinlerini a, b, c, d gibi sivil-asker karışımı 'paralel' yapılarla tahkim ettiler! Mühim olan; kendilerini dinlemeyen milletin gerçek iktidarını alaşağı etmekti. Bu, ister tek başına askerle veya tek başına yargıyla veya her ikisi birlikte olabilirdi. Nitekim oldu da! Yandaş siyaset kurumları ise, sürekli olarak bunları destekledi; amaç, milletin iktidarına imkan tanımamaktı.
Eski Genelkurmay Başkanlarının ve eskisiyle yenisiyle; yüksek yargı mensuplarının konuşmalarını hatırlayın. Milletin seçtiği iktidar mensuplarının ya gıyaplarında veya onların konuşamadıkları mahallerde, yüzlerine karşı 'manifesto' haykırmaları, hangi tür demokrasinin gereğidir?!
Yüksek yargı mensuplarının amacı adaleti sağlamak mı, yoksa, süregeldiği şekliyle siyaseti dizayn etmek mi?! Yüksek yargı mensupları, yargıyı tartışma konusu yapmayalım derken; bizzat kendilerinin yaptıkları siyasi polemiklerle, kendilerini ve kurumlarını tartışılır hale getirmiyorlar mı?!
Türkiye'de esas sorun; ülkeyi seçilmişlerin mi, yoksa atanmışların mı yöneteceği keyfiyetidir. Ülke kurulduğu günden beri, bu mücadele; örtülü ya da açık şekilde sürdürülüyor. Bugüne kadar sürdürülen bu mücadeleyi hep atanmışlar kazandı! Dolayısıyla, bu ülkeye hiçbir zaman gerçek manada demokrasi gelmedi.
İlk defa bir iktidar (AK Parti), milletin kendisine tevdi ettiği emanetin hakkını korumak için; herkese ve kurum ve kuruluşa, hakkını korumak ve haddini bilmek; bilmek istemeyenlere de bildirmek için gayret sarf etti. Bu yüzden de başına gelmedik felaket kalmadı. Öyle ki, tek başına iktidar partisi iken, partileri kapatılmaya kalkışıldı! Başbakan ve aile fertleri ile, bakanları ve bir kısım üst düzey bürokratları tutuklanmaya girişildi! Tayyip Erdoğan'ın yerine başka bir başbakan olsa idi ve bu yapılmak istenenlere muhatap kılınsaydı; iktidar, çoktan alaşağı edilmiş ve yerine atanmışların iktidarları kurulmuştu!