Türkiyemiz sistemli bir şekilde köşeye sıkıştırıldı. Bunda elbette ki geçen iktidarların rolü çok büyüktür. Mevcut AK Parti iktidarına körü körüne yapılmakta olan bir muhalefet var. Sanki Türkiye'yi mevcut konuma bu iktidar getirmiş gibi bir hava estiriliyor ve; geçmiş iktidarların yığınla oluşturdukları meseleleri bir çırpıda çözmesi isteniyor. Önceki iktidarlardan devralınan en olumsuz miras; Türkiye'nin uluslar arası arenada elinin kolunun bağlı olmasıdır. İçeride ve dışarıda borç sarmalına itilen ülke, neredeyse bağımsız karar verebilme gücünden olmuştur! Önceki iktidar döneminde bu durumun acı örneklerini yaşamaktaydık. Dışarıdan IMF emrediyor, biz içeriden kanun çıkarıyorduk! Üstelik, bu çıkardığımız kanunlar milletimizin aleyhinde idi! Dışarısının telkinlerine uyarak, ülkemizdeki hayvancılığı ve tarımı bitirdik. Seneler senesi dışarıya buğday ihraç eden Türkiye, dışarıdan buğday ithal eder hale getirildi. Pahalı girdilerle sanayicimiz üretemez; üretse bile; yaptığı üretim pahalı olduğundan dünya ile rekabet edemez hale getirildi. Bundan dolayı da; sayıları on binlerle ifade edilen yerli sanayi kuruluşlarımız kapılarına kilit vurmak zorunda kaldılar. Bu durum, beraberinde; sayıları milyonlara baliğ olan işsizler ordusunu meydana getirdi. AK Parti'nin devraldığı iktidar döneminde Türk halkı, her kesimi ile perişanları oynuyordu. Derlenme ve toparlanması için hükümete makul bir süre verilmeliydi. Mevcut hükümet daha 100. gününü doldurmadan belirli kesimlerden 'istemezük!' sesleri yükselmeye başladı! Ecevit'in o titrek sesine ve adım atamaz tavrına seneler senesi tahammül gösterenler, mevcut iktidarı daha ilk gününden itibaren tu-kaka etmeye başladılar! Halbuki, iktidara gelen her yeni hükümete asgariden 6 aylık bir süre tanınması insafın gereğidir. Memurlar, haklı olarak nemalarını istiyorlar. Vaktiyle; petrol krizi olduğu günlerde, zamanın Başbakanı Süleyman Demirel'in; 'mazot vardı da ben mi içtim?' demesi gibi; hükümetin elinde var da mı vermiyor? Verebilmesi için, bir yerlerden denkleştirmesi lazım değil mi? Bunun için de makul bir süreye ihtiyaç var. Burada esas olan, her iki tarafın iyi niyetli olması ve meseleleri görüşerek, tartışarak bir çözüme bağlamalarıdır. Yoksa; kaybedilmiş olan değirmenin gürültüsünün kavgasını yapmanın manası var mı? Öncelikle değirmenin bulunması gerekir! İşte; oturuldu, karşılıklı konuşuldu ve bir anlaşmaya varıldı. İpi germenin kime ne faydası var?!. Vermiyorsa; kavganın ondan sonra yapılması gerekir. Sen hükümetsin; değirmeni bulmak da senin görevindir. İyi de; biraz insaflı olalım ve hükümete; bulması için makul olan zamanı tanıyalım. Hükümetin iyi niyetinden kimse şüphe edemez. Bakınız; en mağdur durumda olan SSK ve BAĞ-KUR emeklileri için, hatırı sayılır bir iyileştirme yaptı. Üstelik, kimse bağırıp çağırmadan ve istemeden bu işi gerçekleştirdi. Hatta; niçin veriyorsun, bunun kaynağı nerede, ekonomik programı bozuyorsun diye de eleştirildi. 90 günlük hükümete bu sabrı göstermeyenler dün neredeydiler? Niyetiniz üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi? Unutmayın; makul bir süre insafın gereğidir. Bu süre sonunda hep beraber bağıralım olmaz mı?