Cenab-ı Hakk yerleri ve gökleri insan için, insanı da kendisi için yarattığını bildiriyor. İnsanın, Cenab-ı Hakk için nasıl olabileceğini de; daha açık bir ifade ile ne yapabileceğini de yine Rabb'imiz açıklıyor. Rabb'imizin varlığını ve birliğini bilip, böylece iman etmek ve O yegane İlah'a, O'nun bildirdiği ve hoşnut olduğu şekilde ibadet etmek.. İşte; Allahü tealanın 'eşref-i mahluk' en üstün yaratık olarak tavsif ettiği insan, Rabb'ini bilip tanıyan ve O'na ibadet etme şerefine nail olanlardır. İnsan olup da, iman ve ibadet şerefinden mahrum olan yaratıklar, en üstün olmak şöyle dursun aşağıların aşağısı sefil, habis ve zavallı mahluklardır. Cenab-ı Hakk'ın insan üzerindeki en büyük nimeti; beşer tarihi boyunca; kavim kavim, belde belde, şehir be şehir onun iskan ettiği bölgelere gönderdiği Peygamberler ve onların tebliğe memur oldukları dindir. Nitekim Kur'an-ı kerim'de; her ümmete (kavim-belde halkı) Peygamber gönderildiği bildirilmektedir. Allahü tealanın rahmetinin enginliğine bakın ki; bir uyarıcı (Peygamber) göndermeden azap yapmayacağını da açıklıyor. En son ve en mükemmel din olan İslamiyet nimetini tamamladığını ve bu dini tebliğe memur ettiği Muhammed aleyhisselamı da; kıyamete kadar gelecek bütün bir insanlığa ve alemlere Peygamber olarak seçip gönderdiğini ilan ediyor. O Peygamber (Muhammed aleyhisselam) ki, insanlık hülasasından süzüle süzüle; adeta imbiklenerek, onun mübarek şahsiyeti; insanlığın övünç kaynağı, en üstün ve en mümtaz 'hayr-ül beşer' olarak alemlere rahmet için gönderilmiştir. Nasıl övünç kaynağı olmasın ki; en günahkarlar bile, onun adını anmayla şefaata uğrayacak ve azaptan kurtulacaklardır. O sevgi Peygamberi bütün bir insanlığı, Allahü tealanın kendisine vermiş olduğu, kendi sıfatlarından 'rahim' ve 'rauf' mantosuyla sarıp salmalayarak bürümüş; Rabb'inden aldığı emirlerle ikaz edip, uyarmıştır. O, ikaz edip uyarmasaydı; bütün bir insanlık Allahü tealaya giden yolu nasıl bilip bulacak ve kurtuluşa erebilecekti? Akıl mı vahiy mi üstündür ve önde gelir diye tartışan nadanlar var. Akıl ki, kendi mütehassıs olduğu ilimlerde bile yanılıp şaşırıyor. Akıl tek başına yeterli olabilseydi; pişmanlık diye bir şey olabilir miydi?! Pişman olanların hepsi akıl sahipleri değil mi? Akıl tek başına kafi olsaydı; küfrün bataklığına saplanan ve kararan kalplere ve zift dolu kafalara ne demeli?! Aklı geren filozof, sonunda aklın zavallılığı ile karlaşmış. Beşer tarihi boyunca gelip geçen ve insanlığı bir felaketten öbür felakete sürükleyen felsefi ekoller hep aklın ürünü değil midir? Aklın yapabildiği tek şey; birini ret ve inkar edip diğerini ispata koyulmak. O da; ikinci bir akıl çıkıp kendisini ret ve inkar edinceye kadar! Bu akıl mı vahiyden üstün? Günümüzde, bir kısım ilahiyat prof.ları da böyle söylüyorlar. Bunlar değil ilim adamı tımarhaneye hademe olamazlar! Akıl tek başına yeterli olsaydı; onca peygambere ve getirdiklere dinlere ne lüzum vardı? Buradaki şeytani hileyi seziyor musunuz; aklın üstünlüğünü ileri sürerek, Peygamberleri ve onların getirdikleri dinleri lüzumsuz kılmak istiyorlar!