Geçen hafta, Başbakan Tayyip Erdoğan'la birlikte Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'taydık. Riyad'ta Arap zirvesi vardı; Türkiye, bu zirveye gözlemci olarak katılmaktaydı. Gözlemci sıfatıyla katılmış olduğumuz bu zirvede, Türkiye'nin, asil üyelerden daha etkin ve Türkiye Başbakan'ı Tayyip Erdoğan'ın da diğer liderlerden daha aktif olduğu görüldü. Halbuki daha düne kadar, başta komşularımız olmak üzere, tüm Arap ülkeleriyle neredeyse kanlı-bıçaklı idik! Ne bizim onlara, ne de onların bize tahammülleri vardı. Dış politikalarımızı adeta düşmanlık üzerine kurmuştuk. En iyimser halimiz, konuşmamak ve hiçbir münasebet içinde olmamaktı. Oysa bilindiği üzere; dünyamız süratle globalleşiyor; gelişen teknolojier sayesinde ticaret sınır tanımıyordu! Acı bir itirafta bulunalım ki Türkiyemiz, merhum Özal'a kadar komşularına ve kendi dışındaki dünyaya kapalı idi. İhracatımız yok denecek kadar az, ithalatımız ise, ziyadesiyle tüketim mallarını kapsıyordu. Özal kapıları açtı Merhum Özal'dır Türkiye'nin kapılarını dünyaya açan; Türk müteşebbisini dünya ile tanıştıran. Bugün 100 milyar dolarlık ihracatı hedefleyip dillendirebiliyorsak bu durumu tamamen Özal'a borçluyuz. Gazeteci arkadaşlarla birlikte Riyad'ı dolaştık. Suudi Arabistan, petrol zengini bir ülke. Her şeyi yurt dışından ithal eden tam bir tüketim toplumu. Türkiye ile ticaretine baktık; komik denecek düzeyde; 200-300 milyon dolar civarında. Halbuki marketinin rafındaki su, Fransa'dan, meyve suyu ABD'den gelmekteydi. İğneden ipliğe her şeyi yurt dışından ithal eden Suudi Arabistan, neden dost ve kardeş ülke konumundaki Türkiye ile ticaret yapmaz? Yapmaz, çünkü; bu dost ve kardeşlik tamamen kelimelerden ibaret olup, gerçekte ise, bir aldatmacadan öte bir mana taşımıyordu. Onların da, bizim de daha yeni yeni ayaklarımız yere basmaya başlıyor. Onlar da biz de dünyanın kaç bucak olduğunu gördük! Dost ve müttefik bilip milyar dolarlar akıttığımız ülkelerin gerçekte birer hain olduklarını geç de olsa fark ettik! Daha doğrusu; ne onlar ve ne de biz daha da fark edemeyecektik. 11 Eylül'de ikiz kulelerin vurulması herkesin aklını başına devşirmeye yetti de; dost düşman belli oldu. Erdoğan geliştirdi Tevhid (Birlik) dinine inandıklarını iddia eden İslam ülkelerindeki bu ayrışma ve birbirlerine düşman olma hali ne ile izah edilebilir? Düşman, öylesine bunların içlerine girmiş ki; istediği gibi at oynatabiliyor. Değil ülkeleri birbirlerine karşı; aynı ülke içindeki yöneticileri birbirlerine karşı kanlı-bıçaklı konuma getirdiler. İşte Filistin Devlet Başkanı ile Başbakanı arasındaki soğukluk? Lübnan Başbakanı, arasının açık olduğu kendi Cumhurbaşkanının yanında oturmayıp, TC Başbakanının yanında oturmayı yeğliyor! Afganistan Devlet Başkanı Karzai, TC Başbakanı Tayyip Erdoğan'dan, Pakistan Devlet Başkanı Müşerref ile görüşebilmesi için aracılık etmesini rica ediyor! Bunca ayrışmanın olduğu yerde sağlıklı bir karar alınabilir mi? Bu ülkeler, birlik ve beraberlik içinde aynı hedefe kilitlenebilir mi? Ne gezer! Düşman da, bunların bu hallerinden istifade ile sömürüsüne alabildiğince devam ediyor! Türkiye eteğindeki taşları atarak, başta komşuları olmak üzere, Arap ve diğer İslam ülkeleriyle yakınlaşarak çok önemli misyonlar ifa etmektedir. Tayyip Erdoğan, birçok ülkenin lideriyle sıkı dostluklar geliştirdi. Ailece görüşüyorlar. Türkiye bu konumunu kaybetmemeli. Bir kısmı anladı, diğerleri de zamanla anlayacaktır; onların bize, bizim siyasetimize çok ihtiyaçları var!