Devlette ve siyasette büyük tecrübelerin sahibi merhum Özal; siyasî istikrar için "iki buçuk parti"ye ihtiyaç olduğunu söylerdi. Bunun manası; tek başına güçlü bir iktidar ve onun paralelinde Meclis'te güçlü bir ana muhalefet partisi... Uzun tecrübelerden sonra, gelişmiş demokrasiler; tıpkı İngiltere'de ve ABD'de olduğu gibi ancak bu yöntemle siyasî istikrarı sağlayabiliyorlar. Bizim de demokrasimizin başlangıcı (1946) iki büyük partili temele dayanıyor. Demokrasi öncesi dönemden gelen tek partinin (CHP) bölünmesiyle meydana gelen Demokrat Parti, varlığını merkez sağda ve liberal çizgide kurup geliştirdi. CHP, her ne kadar sol siyaset çizgisini benimsediğini söylese de, bu durumu hiçbir zaman kuvveden fiile çıkaramamış; solculuğu yalnızca lafta kalmıştır! Derinlemesine incelendiğinde; sistemin ana gövdesi üzerine kurulu ve sistemden yana tam bir statükocu zihniyeti yansıtır. Bütün dünyada sol ise, bu durumun tam tersidir. Bundan dolayı bizdeki CHP solculuğu sadece lafta kalabilmiştir. "İki buçuk parti" "İki buçuk parti"li; siyasî istikrarın olduğu dönemi on sene yaşatabilmiş (1950-1960), on sene sonunda gelen askerî darbe ile siyaset çok parçalı hale getirilmiştir. Türk siyasetindeki dört eğilimin temelleri, ta o vakitler atılmıştır. '1971 Muhtırası'ndan sonra ise, parçalı siyaset daha bir derinleşerek toplumda kamplaşmalara sebep oldu. Bu denli bir siyasî istikrarsızlık, seksen ihtilalinin ana sebeplerinden birisidir. Siyasi istikrarsızlığın sürdüğü bütün bu dönemlerde şahit olduğumuz, olgu; milletvekillerinin partilerinden istifa etmeleri; bunların ya müstakil parti kurmaları veya başka bir siyasî partide yer almaları idi. Hiçbir ideolojik temele dayanmayan bu istifaların çoğunun hangi gerekçelerle yapıldığını cümle âlem bilmektedir! Bülent Ecevit'in her birisine bakanlık vermek suretiyle, AP'den ayarttığı on bir milletvekilinin hal-i pür melalleri hâlâ hafızalarda tazeliğini korumaktadır! (Güneş Motel'deki pazarlıklarla başlayan ve hapislerde noktalanan gayr-i ahlaki siyasî ilişkiler..) Milletin sağduyusu ile 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerine de yirmi küsur partiyle girdik. Milletimiz çok büyük bir basiret göstererek iki partili bir Meclis yapısı oluşturdu. Senelerdir susanılan siyasî istikrarı millet, engin sağduyusu ile sandıkta temin etti. 367 sandalye ile AK Parti tek başına iktidar oldu. Kendisinin dahli olmadığı bir seçim sistemiyle; yüzde 34.6'lık oy oranıyla Meclis'in yüzde 65'ini elde etti. Bu, Türkiye'nin yıllarca beklemekte olduğu fevkalade bir durumdu. Türkiye'nin kangrenleşmiş devasa sorunlarına, ancak böylesine güçlü bir iktidar çözüm bulabilirdi. İki partiden oluşan Meclis'te, hem iktidar ve hem de ana muhalefet partisinden istifalar olmaktadır. CHP'deki istifaları, ayrı bir yazımızda ele alacağız. Her şeyden önce, şu hususun altını çizmeliyiz ki, istifalarda kabahat hiçbir zaman tek tarafın olmaz! İstifa eden, ettiren ve sistemin bu eylemde derece derece payları vardır. Baş suçlu sistem!.. Kanaatimizce baş suçlu sistemin kendisidir. Çünkü bizdeki sisteme göre millet, vekilini belirleyememektedir. Partiye oy vermektedir. Dikkat edilirse istifa eden milletvekillerinin çoğunluğu, listelerin en altından; hasbelkader seçilmiş kişilerdir. Dolayısıyla bunların bir daha seçilebilme imkanları yok gibidir. Bundan dolayı da kendilerine yer aramaktadırlar!. Evvel emirde yapılması gereken iş; Seçim Kanunu'nu ve Siyasi Partiler Kanunu'nu yeniden; modern demokrasilerde olduğu gibi tanzim etmektir. Öyle, pansuman tedbirlerle, hazine yardımını üç milletvekilinden yirmiye çıkarmakla bir yere varılmaz. Köklü değişiklik lazımdır. (Milletvekillerinin partilerinden istifa etmeleri konusunu işlemeye devam edeceğiz.)