En kötü şey, sorumluluk mevkiinde olanların sorumsuz davranmalarıdır. Muhalefet olmak, asla sorumsuzluğu gerektirmez. Hatta gerçek demokrasilerde en az iktidarlar kadar önemli ve lüzumludur. AK Parti iktidarı, ülkemizdeki insan hak ve hürriyetleri çıtasının yukarılara çekilebilmesi için aylardır yoğun bir gayretin içindedir. Açıkça su hususu dillendiriyor: Terörle mücadele yalnızca güvenlik kuvvetleriyle yapılamaz. Yapılamadığını geçen otuz sene içerisinde gördük. Konuyu bütün boyutları ile ele almak ve bunun için gerekli bütün tedbirleri almak gerekir. Zira, konunun siyasi boyutları var, ekonomik sebepleri var; sosyolojik, psikolojik ve kültürel yönleri var. Hepsinden önemlisi ortada anti demokratik bir anayasa var. Gelin, bütün bunları AB kriterlerine uyduralım. Milletimize güvenelim; diyor. Muhalefet partilerinden hiçbirisi bu sese kulak vermedi. Kulak vermek şöyle dursun; bu durumu ülkenin bölünmesinin sebebi olarak gösterdiler ve bu adımları atmak isteyen iktidar partisini de hainlikle suçladılar. DTP ise, sorumsuzluğun emsalsiz örneklerini vererek hem süreci baltaladı ve hem de kendi başını yedi! Ülkede tüm bu olumsuzluklar; muhalefet partileri tarafından, âdeta birbirleriyle yarışırcasına sergilenirken, Tokat-Reşadiye'deki elim hadise meydana geldi. Sorumsuzluğun mümessilleri bu hadiseye mal bulmuş Mağribi gibi yapıştılar ve; 'işte açılımın sonu!' dediler. Halbuki aynı olayın onlarca benzeri ve hatta binbir beteri; açılımdan çok önceleri defaatle meydana gelmişken; böylesine sefil bir mantık dile getirilebilir mi? Öyle ya; o vakitler açılım mı vardı ki, o olaylar meydana geliyordu? Burası tuhaf bir ülke; haddizatında iktidarın savunduklarını muhalefet partilerinin savunması gerekirken, bu durumun tam tersine şahit oluyoruz. Demek ki, statükodan beslenen bir yapıları mevcut ve tüm güçleri ile statükonun sarsılmaması için çırpınıyorlar. Tabiatıyla, bu arada unuttukları bir şey var; o da çağı, çağın gereklerini okumaktır. Dünya Mersin'e giderken onlar tersine gidiyor!