Hrant Dink davasında verilen kararda kamu vicdanı rahat değil. Gerçi daha işin Yargıtay boyutu var; dolayısıyla mahkeme henüz bitmiş değil. Ne demişler; vaki olanda hayır vardır. Vicdanları sızlatan bu kararda bile bir hayır vardır. Nitekim, kararın hemen ardında on binlerce kişi Taksim'de yürüdü ve; 'Ergenekon Caddesi' levhası indirilerek yerine 'Hrant Dink Caddesi' levhası konuldu! Malum; demokrasilerde mahkemeler millet adına karar verirler. Bu davanın hakimi ile savcısı ayrı ayrı konuştular: Birinin ak dediğine diğeri kara dedi ve hukuk tarihimizde bir ilke imza attılar. Belli ki onların da vicdanları rahat değil. Neyse ki Başbakan: 'Ne bu olay ve ne de Uludere'de öldürülen 34 vatandaşımızın olayı karanlık dehlizlerde kalmayacaktır' dedi ve vicdanlar kısmen rahatladı ve beklemeye başladı... Dikkat edilirse; olayın ardında örgüt hissediliyor ama, somut bir şekilde ispat edilemiyor. Daha açık ifadesiyle; olayın ardındaki örgütün büyüklüğü, gücü ve karmaşıklığı, açığa çıkmasını zorlaştırıyor. Yalnızca bir mahkemenin imkânlarıyla değil, çok daha geniş kapsamda incelemelerin ve araştırmaların yapılması gerekiyor. Bu da ancak; Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurullarının olayın üzerine gitmeleriyle mümkündür. Zira bu olayın altından; ancak dört koldan üzerine gitmekle ve bütün bunların ardında kararlı bir siyasi irade ile kalkılabilir... Bütün bu olumsuzluklara, hukuksuzluklara yol açan ve seneler senesi milletin ensesinde boza pişirilmesine sebep olan şey demokratik olmayan; zorba yönetimlerin ürünü anayasalardır. Öyle ki, tüm karanlık odakların ve karanlık ilişkilerin odak noktası bu ve önceki vesayet anayasalarıdır. Son dönemde yalnızca 26 maddesinin değiştirilmesiyle bile toplumun önünün nasıl açıldığını ve karanlık dehlizlerin nasıl aydınlatılmaya başladığını sevinerek görmekteyiz. Demek ki, toplumca; su gibi, hava gibi muhtaç olduğumuz yegane şey demokratik anayasadır. Bugüne kadar, böyle bir anayasayı toplumdan esirgeyenler, ne kadar utansalar azdır!..