Tekkeler kanunla kapatılıp yasaklandığında; bu mey'us ve meş'um hâli duyan bir mübarek zat; 'Onlar, çoktan kendilerini kapatmışlardı; bu yapılan, zaten kapalı olan mekânların kapılarına ayrıca kilit takmaktan ibarettir!' diyor.
İnsanı sufli âlemden ulviliğe taşıyan; Şeriat-Tarikat-Hakikat yolculuğunun ana caddesi dindir. Son ve en mütekâmil din olan İslamiyet'te; ilim yani bilmek, amel yani bildiğini yapmak ve ihlas yani yaptığını desinler diye değil, yalnızca Allah rızası için yapmak esastır. Bu esasa uymak elbette bir temrini ve eğitimi gerektiriyor. Osmanlı İslam Cemiyeti çareyi, eğitimde din ilimleri ile fen ilimlerini birlikte vermekle yetinmeyerek; bütün bir cemiyetin inancını vicdanileştirmesi için, tasavvuf müesseselerine (tekke ve zaviye) imkân tanımakta bulmuştu. Böylece her tahsil kademesindeki insanın manevi eğitimi sağlanmıştır.
İslamiyet'in ebedî düşmanları, hedef tahtasına Osmanlı Devleti'ni alarak işe koyuldu ve evvelemirde manevi varlığımıza kastetti. Bu cümleden olarak; 'Tanzimat'la beraber; din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulması kaldırıldı. Böylece; fen adamlarının dinsiz, din adamlarının fen ilimlerinden habersiz olmaları amaçlandı.
Yetiştirdikleri sahte şeyhler (casuslar) vasıtası ile tekke ve zaviyelere girilmiş ve bunlar marifetiyle her türlü pislik ve melanetler, oralarda icra edilmiştir.
Önceki düşmanlıklar; İslam fidanının dallarını ve hatta gövdesini kesmek şeklinde olmuş; bunlardan hiçbirisi İslam fidanının kökünü kurutamamıştır. İngilizlerin başını çektiği son düşmanlık ise, hepsinden beteri olarak tecelli etmiş; İslam fidanını koruyucu gibi görünmüş, onu çapalamış, sulamış... ama, gece fırsatını bulup dibine kezzap dökerek, kökünden kurutmuştur. Böylece; tekke ve zaviyeler resmen kapatılmadan çok önceleri kendi kendilerini kapatmış oluyordu.
Bütün bu manevi tükenişleri; Harb-i Umumi ile birlikte maddi tükeniş takip etmiş; son bir gayretle girişilen İstiklal Savaşı'ndan sonra tesis edilen Cumhuriyet döneminde de, maalesef aynı aymaz politikalara devam edilmiş ve maddede kurulan ve kurtulan devlet ve millet, manada bütünüyle tüketilmiştir.
1750 senesinde; Devlet- Aliye'nin İslam muhitlerinin her zerresi tasavvuf kokarken; gitgide uygulanan 'yok etme' politikaları yüzünden, 1950 senesine gelindiğinde; hiçbir yerde bu kokunun zerresi kalmamıştır! İki yüz senede bir cemiyet; hangi yükseklikten hangi derekeye düşürülmüştür?!.
Cemil Meriç'in dediği gibi; önce, muhteşem mazimizi unuttuk; sonra da inkâr ederek düşman olduk! Bilmediğinin düşmanı olmak ise, insanın tabiatının gereğidir.
Ceket astarımızda unuttuğumuz hakikati bulabilmemizin yegâne yolu, ona özlem duymaktır. Zira buyurulmuştur ki: Cenâb-ı Hak, vermek istemeseydi, istek vermezdi!