Kopenhag Zirvesi'nin ardındanSeçimlerden önceki Türkiye'nin siyasi tablosunu gözlerinizin önüne bir getirin: Konuşacağı kelimeleri seçemeyen; konuşmak için zorlandıkça hata üstüne hata yapan, ayaklarını sürterek yürümeye çalışan, hastalık dolayısıyla çaresiz bir Başbakanın elinde çare ve umutları tükenmiş koca bir ülke!.. Birbirine zıt görüşlerin kerhen oluşturdukları bir koalisyon ve o koalisyonda her kafadan ayrı sesler çıkıyor! Öyle ki, Türkiye'nin AB gibi hayati önemi haiz konusunda koalisyon ortakları birbirlerini hainlikle suçluyorlar! Ve; bu konunun lehte ve aleyhte tarafları olarak seçimlere girdiler. Seçimlerde de bu konuyu dillerine dolayarak, seçim malzemesi yaparak milletten oy istediler. Merhum Özal, Türk insanının gözünü öylesine bir açtı ki, AB Kriterleri artık onun için olmazsa olmazdı! Büyüklerimizin dillerinden düşürmedikleri bir duası vardır: Allah, kimseyi gördüğünden geri bırakmasın! Tıpkı bunun gibi; merhum Özal, ülkenin kapılarını açarak ve Türk insanını dışarıya göndererek, hem oralardaki insan hak ve hürriyetlerini ve refah seviyesini gösterdi ve hem de kendi insanını zenginleştirerek; bir nebze olsun bu nimetleri tattırdı. Özal'dan sonra gelen siyasi iktidarlar ise, adeta Özal dönemlerinden intikam alırcasına millete yüklendiler! Neticede bu işi öyle bir noktaya getirdiler ki, millet, Özal dönemindeki bütün kazançlarını kaybetti! Sağlığında Özal'ın aleyhinde olanlar bile, öldükten sonra Özal'ı ve onun zamanını arar oldu! Milenyum çağında hür dünya, demokrasiyi insana inkılap ettirerek çıtayı yükselttikçe yükseltmesine karşın biz; demokrasi adına demokrasi oynamayı maharet bildik! Anlı şanlı siyasetçilerimiz, utanmadan seçim meydanlarında; '4 Kasım sabahı Tayyip Erdoğan yok! Oyunu ona göre ver!' diyebildiler! Bir şiir okudu diye; milletin kahir ekseriyetle ve tek başına iktidara getirdiği bir siyasi liderin, ömür boyu siyasi yasaklığını içlerine sığdırdılar! Ayrıca; yaptıkları seçim propagandalarında; AB sürecinde AK Parti'yi ve onun Genel Başkanını 'öcü' gösterdiler! Hem Avrupa'ya, hem millete 'öcü' gösterdiler! Millet, engin sağduyusuyla hepsini çok iyi tanıyordu ve kim ne derse desin, o bildiğini okudu! Siyasi yasaklı Tayyip Erdoğan, onları utandırırcasına Avrupa yollarına düştü. Hükümetini AB için seferber etti. Sivil toplum kuruluşları ile birlikte dört koldan AB ülkelerinin üzerine gidildi. Zaman çok dardı ve bu arada; BM, Kıbrıs Planı'nı Türkiye'ye dayatmıştı! Tayyip Erdoğan ne kadar iyi niyetli olursa olsun, tek başına kendi yasaklı durumu bile Türkiye'yi ele veriyor ve Avrupa demokrasisi kriterlerinden ne kadar uzakta olduğumuzu gösteriyordu! 2004 Aralığına 'geciktirilmeden müzakerelere başlama' tarihi verdiler. Bu karardan hoşnut olmasak da iki bakımdan memnun olmalıyız! Birincisi, AB'ye kesinkes girecek olmamız; ikincisi de önümüzdeki bu iki sene zarfında demokrasimizi Avrupa normlarına çıkaracak olmamız! Çünkü; milletimizin gerçek demokrasiye kavuşması, AB'ye girmemizden daha önemlidir. Biz, demokrasi adına o standardı yakalayalım; onlar isterlerse almasınlar!