Yönetim şeklinin yani rejimin adı ne olursa olsun, toplumların sevk ve idaresi idareciler marifetiyle olur. Bizim idare şeklimiz, çok partili parlamenter sistem yani demokrasi olduğuna göre; demokrasinin de vazgeçilmez unsurları siyasi partilerdir. Dolayısıyla, bu siyasi partilerin genel başkanları ve onların iktidarlarında atayacakları bakan ve bürokratlar marifetiyle idare şekillenir. Neticede tüm bu idari kadroları belirleyen genel başkandır. Parti tüzüğüne göre, her ne kadar belirli yönetim kadroları için seçim yapılsa da; genel başkana rağmen şekillenme söz konusu olmaz, olamaz!.. Seçimi kazanan siyasi partinin genel başkanı başbakan olur. Başbakan, hükümetin başıdır ve yönetim erkini elinde bulundurur. Başbakan tüm icraatlarından sorumludur. Hem kanun önünde sorumludur ve hem de, dönem sonunda icraatlarını millete anlatarak sandığa gider ki, esas hesap verme burada görülür! Meydan kimlere kalmıştı?!. Demokrasimizin istenilen manada gelişememesinin yegane sebebi; işte bu, hesap sorma işlemini millete bırakmamamızdan kaynaklanıyor. Malum birileri kendini milletin önünde ve hatta üstünde görerek onun adına icra-i faaliyette bulunmayı kendine vazife biliyor! Bu durum demokratik yaşantımızı kesintiye uğrattığı gibi; akil adamlarımızın birçoğunu da siyasetten soğuttu. Böylece meydan yeri; millete hizmeti şiar edinen siyasetçilerimizi tenzih ederek belirtmeliyiz ki, bir kısım maceraperest ile siyaseti meslek edinmek isteyenlere kaldı. Milletten kopuk bu denli siyasetçilerin siyasetleri ise; demagoji, idare-i maslahatçılık, gününü gün etmekten yani popülist yaklaşımlardan öteye gidemedi. Mütemadiyen millete yalan söylendi; yalan vaatlerde bulunuldu ve millet aldatıldı. Bakınız; biz Türkiye Cumhuriyeti olarak, IMF ile "19 kez stand-by" anlaşması yaptık. Biri (on dokuzuncusu) hariç, hepsinde biz mecbur olduğumuz için bu anlaşmaları yapmak zorunda kaldık. Bütün bu anlaşmalar muvacehesinde milletimize kemerler sıktırdık. Zamlar yapıp vergileri artırdık. Milletimizi daha da yoksullaştırdık. Şimdi burada sıkı durun; onca sıkıntı ve eziyetle katlanılan hiçbir anlaşmanın sonunu getiremedik. Yani çektiklerimiz hep boşa gitti. Yeni bir anlaşma için IMF'nin kapısına gittiğimizde; bize verecekleri üç kuruşa karşılık tek kelime ile iliklerimize kadar bizi sömürdüler. Neden; geçen hükümetlere baktığımızda ortalama hükümet ömrünün 16 ay olduğunu görmekteyiz. Yani siyasi istikrarsızlık had safhada. Gelen hiçbir hükümet IMF ile yaptığı anlaşmanın sonunu getiremedi. İlk defa AK Parti hükümeti, kendisinin yapmadığı yani kendinden önceki iktidar döneminde yapılan IMF anlaşmasını devam ettirmiş, gereklerine sıkı sıkıya uymak başarısını göstermiştir. Bundan dolayıdır ki, kendi dönemlerinde yapılan 19. stand-by anlaşmasını hiçbir mecburiyetimiz olmadan bizim isteğimiz doğrultusunda gerçekleştirebildik. Lider, günü kurtarmak peşinde koşmaz. İnsanının ve ülkesinin 30 senelik 50 senelik perspektiflerini değerlendirerek adımlar atar. Dolayısıyla lider, ister istemez risk alır. Bundan dolayıdır ki birçok gerçek liderin kıymeti bilinememiştir. Önceki dönemlerde parti genel başkanlarının popülist yaklaşımlarına ve hele seçim öncesi gökteki yıldızları vadeden palavralarına mütemadiyen şahid olmuşuzdur. Hakkını teslim etmek lâzım... İlk defa bir lider (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan) milletine doğruları söylüyor ve seçim senesi, seçim ekonomisi uygulamayacağını vurguluyor. Daha evvelkileri hatırlayınız; mahsul taban fiyatı için; "kim ne veriyorsa, beş fazlası bizden!" propagandaları ile iktidara gelindi. Neticede her bir iktidar; yalan ve talandan oluşan icraatlarıyla enkaz devrederek gitmek zorunda kaldı. Tayyip Erdoğan, alışageldiğimizin aksine bir liderlik sergiliyor; millete doğruları söylüyor ve söylediğini yapıyor. Önümüzdeki seçimi değil, milletin yarınlarını düşünüyor. Milletçe bu noktayı görmek ve siyasetçinin hakkını teslim etmek durumundayız..