Besmele-i şerifin manası; kalplerin, ancak ve ancak O'nun yadiyle itminana (rahata, huzura) erdiği; yegane ma'budun bil hakk Allahü tealanın ismi ile demektir. Bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, öyle uludur ki; kûnh ve mahiyeti insanları hayrette bırakır. Kendisine kulluk edilmeye layık hakiki ma'bud ve zikri ile kalpleri tezyin etmeye müstehak ancak O'dur. Allah ismini kendisine ezelden va'zetmiştir. İsmin delalet ettiği mana çok büyük olduğundan, telaffuzunda bu azameti izhar etmek lazımdır. Beşer, mahluktur; mahluk sıfatları ile muttasıftır. Dolayısıyla, Allahü tealaya ait; "noksan sıfatlardan münezzeh, kemalat ile muttasıf"ın teşhis ve tarifini beşer aklı idrak edemez. Zira, mahluk olan insan nakıstır. O'nun Kur'an-ı Kerim'de kendisine isnad eylediği şeyleri biz de isnad ederiz. O'nun kendisini tenzih ettiği noksanlıklardan biz dahi tenzih ederiz. Allah lafzı, ziyade azamet bildirir. O'nu bilen kalplere dehşet ilka eder. Bundan dolayıdır ki; besmele-i şerifte, lafz-ı Celal (Allah)den sonra "Rahman ve Rahim" sıfatları zikredilmiş; böylece, dehşette olan kalplere rahmet ve merhameti bildirerek sükunet bahş buyurmuştur... Rahman, dünyada rahmet eder demektir. Demek ki, müslüman ve kâfirler bu rahmete dahildir. Rahim ise, ahirette yalnız mü'minlere rahmet edici demektir. "Benim cezamı verin" Cenab-ı Hakk'ın sonsuz mağfiretinden neş'et eden merhametin kul planına yansımasına bir örnek: Bir gün Sevgili Peygamberimiz mescidde arkadaşlarıyla sohbet ediyorlardı. Cemaatin içinden bir genç; utana-sıkıla huzur-ı Nebeviye varır; kulağına eğilerek; "Ya Resulallah; ben kötü bir fiil işledim. Benim cezamı verin" dedi. Şefkat ve merhamet deryası Sevgili Peygamberimiz, genci duymazlıktan gelerek sohbetine devam ettiler. Bir süre sonra aynı genç, mübarek kulaklarına doğru tekrar uzanarak; "Anam-babam sana feda olsun! Ey Allah'ın Resulü; benim halim perişandır. Çok çirkin bir halt ettim. İçimi sıkıntı basıyor. Lütfen beni temizleyin. Ne ceza gerekiyorsa verin ve ben bu azaptan kurtulayım" dedi. Peygamberimiz, yine hiçbir şey olmamış ve duymamış gibi davranarak konuşmalarını sürdürdüler... Bu arada ezan okundu. Abdesti olmayanlar abdest alıp; hep birlikte vakit namazını eda ettiler. Namaz sonrası; aynı genç; dünya başına yıkılmış olarak yine mübarek huzura geldi ve tam bir şeyler söyleyecekti ki; Sevgililer sevgilisi, kemal-i ciddiyetle gence dönerler ve; "kardeşim; siz biraz önce bizimle beraber namazda değil miydiniz?" diye sorar. Mahcubiyetten kıvranan gencin titreyen dudaklarından hafifçe; "evet; ya Resulallah" sözcükleri dökülür. Sevgili Peygamberimiz tebessümlerin en güzeli ile gence dönerler ve; "güzelce abdest alıp Rabbimizin huzurunda secdeye varıp namaz kıldığına ve merhametlilerin en merhametlisinden bağışlanmanı dilediğine göre; daha hangi günahtan bahsediyorsun? Rahat ol ve var işine git!.." buyururlar. İnceliğe ve nezakete bakın! Bu hadisedeki inceliğe ve nezakete bakın ki; Peygamberimiz gence suçunu söyletmiyor ve kimselere de işittirmiyor. Kul hakkına taalluk etmeyen; kul ile Rabbi arasında olan günahların; pişmanlık, tövbe ve ibadetlerle nasıl izale edileceğinin tipik örneğini veriyorlar... Sadece Muhammed aleyhisselamın ümmetine gösterilen merhamet üstü merhamet halini önümüzdeki 'Pazar yazısı'nda anlatmaya çalışacağız. Şimdilik kaydıyla kurtuluş reçetesinin "sihirli" sözcüğünü verelim ve hep birlikte "istiğfar"a devam edelim!..