Bir değil iki deprem oldu; birincisi Özal depremiydi ve artçıydı. 1960 ihtilalinden sonra, milletin hak ve hukukunu koruyacak gerçek bir lider gelmedi. Gelenlerin hepsi de idare-i maslahatçı kişilerdi. Millet Süleyman Demirel'den çok şey vehmetti ve bekledi ama, neticede avucunu yaladı. Tarihe not düşülmesi açısından söylüyorum; bendeniz Süleyman Demirel'i, İsmet İnönü'yü kayıp iken, buldurup getiren ve Cumhurbaşkanı seçtiren Mareşal Fevzi Çakmak'a benzetirim! 61 ve onu perçinleyen 82 anayasaları ile vesayet rejimi tam manasıyla kurumsallaştırılmıştı. Millet yalnızca lafta vardı; gerçekte ise, milletin ensesinde boza pişiren; 'kifayetsiz muhterisler' muktedirdi! Milletin olması gereken hemen her şey 'tabu' idi; tabuları yıkmak ve ortadan kaldırmaktan başka çare yoktu. Bunun için de; bunları yapacak liderin 'risk' alması gerekiyordu. Daha açık ifadesiyle, milletine sevdalı lider gerekiyordu. Özal böyle biriydi ve tabuları yıkarak işe koyuldu. Hemen her şey, milletin aleyhine öylesine tezgâhlanmıştı ki, milletin lehine atılan her ileri adım, üç geri adımla mukabilini görüyordu. Hâlâ daha da öyle değil mi? Statüko, Meclisteki muhalefet partileri ile birlikte hâlâ bu duruma direnmiyor mu? 'Dikeyleri yatay hale getirmeye' Özal'ın ömrü yetmedi ve milletinin ve Rabbi'nin rızasına kavuşarak ebedi âleme göçtü. Özal'dan sonra geçen on senelik 'fetret devri'nde statüko, âdeta Özal'dan intikam aldı. İntikamcıların başında ise Demirel ile Sezer geliyordu!.. 2002 ve 2007 seçimlerinde depremin anası vuku buldu; Tayyip Erdoğan, Başbakan ve Abdullah Gül Cumhurbaşkanı oldu. Millet sevdalısı bu liderler, yalnızca partilerini değil bizatihi milleti de iktidara taşıdılar. Ne kadar engellemeye çalışırlarsa çalışsınlar; işte referandum bunun işareti! Anayasa Mahkemesi'nin 367 gibi akıllara ziyan kararları da olsa, bu diş sallanmıştır bir kere! Artık ya çekilecek; ya çekilecek! Zira, bu aziz milletle alay etmek hiç kimsenin hakkı da değildir, haddi de değildir.