Liderleri doğuran, onları için için oluşturan ve kıvama erdiren, elbette ki şartların zorluklarıdır. Eskiler; 'ab-ı hayat zulümatta bulunur' diye boşuna söylememişler. Merhum Özal'dan sonra, üzerimize âdeta kâbus gibi çöken meş'um yılları hatırlayın! Yalan ve talan ortamına sürüklenen ülkemizde millet; idare-i maslahatçı siyasetçiler ve millete rağmenci bürokratlar elinde inim inim inliyordu. Sağda ve soldaki siyasi parti genel başkanları sırayla başbakanlık makamına getiriliyor ama, bunlardan hiçbiri, milletin dertlerine deva olmadığı gibi; mevcutlara yenilerini de ekleyerek gidiyordu. Halbuki Türkiye'nin önüne çok büyük bir şans gelmişti. Demokrasi tarihimiz boyunca kavgalı olan iki siyasi partimiz DYP/SHP bir araya gelerek koalisyon kurmuştu. 90'lı yılların başında elde edilen bu şans, maalesef o günkü siyasi liderler marifetiyle heder edildi. O iki partinin lideri millet sevdalısı olsaydı, Türkiye daha o günlerde dönüştürülür ve gerçek demokrasiye ve huzura kavuşturulurdu. Statükoya sıkı sıkıya yapışık bu liderler ve onları takip eden diğerleri, ülkemize kelimenin tam anlamıyla 'fetret' devrini yaşattılar ve ne manada ve ne de maddede taş üstüne taş koymadan geçip gittiler. Bütün bu olumsuzlukları ibretle izleyen; bir şiir yüzünden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden uzaklaştırılıp hapse konulan ve çocukluğundan beri, siyasetten bal misali süzülerek gelen, millet sevdalısı Recep Tayyip Erdoğan, beşeri hesaplarla siyasetten menedilmişti ve hakkında; o bu ülkede muhtar bile olamaz, diyorlardı. Hapisten çıkalı henüz birkaç gün olmuştu; Üsküdar'daki evine ziyaretine gittim. 'Bunların hesapları böyle; ülkemin ve milletimin hâli malum... Ama, Rabbimin de elbet bir hesabı var! O'na inanıyor ve güveniyorum. O'nun dışında hiçbir güç beni, milletime olan sevdamdan, milletime hizmet aşkımdan ayıramaz ve alıkoyamaz! Bekleyelim ve görelim!' dedi. O kadar inançlı, kararlı ve etkileyici konuşuyordu ki, daha o günlerde bu insanın Türkiye'ye yön vereceğini gözlemlemiştim... Sekiz yıldır, tek başına iktidarıyla ülkeyi yönetiyor; Türk insanına ve insanlığa yaptığı hizmetleri -yalnızca içeriden değil dış dünyadan da- gıpta ile takip ediliyor.