Demokrasi tarihimiz boyunca siviller tarafından yapılan bir anayasa ile idare edilememe ayıbı bize yeter de artar bile! Maalesef askerî vesayetle ma'lul anayasalarla idare edile geldik. Devlet odaklı yapılan 1961 ve 1982 anayasalarında fert ve onların mecmuu olan millet kimsenin umurunda değildir. Demokrasi, insan hak ve hürriyetleri konusunda nerede bulunduğumuz; AİHM'nin aleyhimizde verdiği kararlarla bellidir. Avrupa hukukunu asıl alıp kendi iç hukukumuzu ona tabi kıldığımıza göre; ınkıta süresini uzatmanın mantığı var mı? Er ya da geç Avrupa hukukunu benimseyeceğimize göre; bir an evvel iç hukukumuzu oraya uydurmaktan başkaca çaremiz var mı? O halde neden ayak sürüyoruz? Fertle devlet veya herhangi bir kurum ve kuruluşla devlet karşı karşıya gelip mahkemelik olduğunda sonuçların yüzde doksandan ziyade devletin lehine bittiği cümle âlemin malumudur. O yüzde on'luk kısmının da fert ya da kurumların lehine nasıl bitirildiği de, yine cümle âlemin malumudur! Devletin ferde istediği gibi dayattığı; bu cümleden olarak; devletin tek taraflı olarak aldığı bir kararla bir anda fert ya da fertleri fakirleştirdiği (devalüasyon) hangi adalet anlayışı ile izah edilebilir? Buna karşı olarak fert veya kurumların devlete karşı yapabileceği, karşı koyabileceği bir durum söz konusu olmadığına göre?.. Devlet, herhangi bir kurumu denetliyor; haksız yere ağır bir ceza kesiyor. Kurum ilgilileri yüzde yüz haksız gördükleri bu cezayı ödemedikleri gibi, itiraz ederek idari mahkemeye gidiyor. İdare mahkemesi, haksızlığı görüyor ve ilgili kurumun lehine karar veriyor. Devletin avukatı, bu kararı Danıştay'a taşıyor. Tam sekiz sene sonra dava neticeleniyor. 8'e karşı 9 oyla bu kez ilgili kurumun aleyhine karar alınıyor. Aradan bunca sene geçince; kesilen ceza faizleriyle katlanıyor ve sıkı durun; 3 trilyon TL 160 trilyon TL'ye çıkarılıyor. Fert ya da kurumun hakkını arayabileceği başkaca merci de yok!..