Üstad Necip Fazıl'ı 1983 yılında kaybettik. Daha dün gibi; ama, hesaba vurursanız, aradan koca bir l9 sene, su gibi akıp gitmiş. Türk fikir ve sanat hayatında onun bıraktığı boşluk, her geçen gün daha da derinleşerek dipsizleşti ve meydan yeri ne idüğü belirsiz köksüzlere kaldı. Düşüncenin suç olduğu bir cemiyette o, çok üstün bir idrakin sahibi olarak, istikbalin haberciliğine soyunmuş; şiir ve nesirleri ile, tek başına, bir ömür boyu bunun kavgasını vermişti. Kendi tabiriyle söyleyelim: 'Sene 1945. Mahut devir.. Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından gazetelere bir emir gelir; (Allah'tan ve ahlaktan bahsetmek yasaktır!) O devir bir cumudiye (buz dağı) devri idi. Çıkarmakta olduğumuz Büyük Doğu'nun kapağına İsmet İnönü'nün resmini koyduk ve altına; (Başımıza kulak istiyoruz!) , üstüne de; (Allah'a ve Peygamber'e itaat etmeyene itaat edilmez!) diye yazdık. Tabii, hapsi boyladık. O cumudiyeyi (buz dağı) nefesimizle üfleyerek erittik...' Yine kendisi anlatır: 'Hasan Ali Yücel, İnönü'nün Maarif Vekili.. Özel Kalem odasında Sadi Irmak'la karşılaştım. Selamlaştıktan sonra, bana demez mi; Necip Fazıl Bey, İslami mücadelenizi anlıyor ve takdir etmiyor değilim. Ama, bana söyler misiniz; bu devirde, çorap kokusunun sindiği camiye gidip, alnında tozla kalkmanın manası nedir? Derhal mukabele ettim; Sen değil bir profesör, tımarhaneye hademe olamazsın! Zira sen daha bir mücerretle bir müşahhası temyiz ve tefrikten acizsin. İslamiyet'te namaz, bulutlar üzerinde kılınan, münezzeh ve müberradır. Sen pissen, bunda İslamiyet'in suçu ne? Dolayısıyla, senin o toz ve koku dediğin şey, öz ciğerinin ufunet kokusudur!.. Ömrünün son demlerinde sakal bırakmıştı. Karşılaştığı Aziz Nesin, ona; üstadım maymuna dönmüşsün, der. Gerçek maymunun karşısındaki olduğunu ihtar edercesine; af edersiniz diyerek, muhatabına sırtını döner! Malatya'da hapishanede iken, yanındaki Osman Yüksel Serdengeçti ve birkaç kişiye; büyük başlılığın zeka alameti olduğunu anlatıyordu. İçlerinden muzip birisi kalkıp koğuştan, ince, uzun boylu, çok iri kafalı ve ebleh birisini, konuşmanın yapıldığı mahalle getirince; Necip Fazıl, oyunu derhal farkeder ve; deminki mukayesem, insan nevi arasındı idi, oysa bu getirdiğiniz bir öküzdür, der! Her deha gibi, Necip Fazıl da kabına sığmayan öfkeli ve asabi bir tipti. Onun yaratılışındaki bir insanın, özellikle iman nokta-i nazarından, ifrata ve tefrite düşmeden orta yolda yani, Ehl-i Sünnet itikadında bulunması, bu yolun müdafii kesilmesi ve bu yola aykırı bütün cereyan ve sapık kolları inkâr ve reddetmesi; bir nasip meselesi... Anadolu'yu bir mektep farzederek, senelerce MTTB kürsülerinden verdiği konferanslarında, kendisini takdim etme bahtiyarlığını yaşadım. Nur içinde yatsın!..