Malum; 20. asır hüsran çağımızdı; üç kıta yedi iklimde hüküm perva olan Cihan Devleti'mizi kaybetmiştik. Cihan Devleti'miz öylesine büyüktü ki, yıkılışı bir asır sürmüştü. Yıkılışı üzerinden bir yüzyıl daha geçmesine rağmen, yayılmış olduğu coğrafya üzerindeki yansımalar; yalnızca bulunduğu bölgeyi değil bütün dünyayı derinden etkileyerek devam etmektedir. Osmanlı, Nil'i kendi mecraında su olarak akıtmıştı; ondan sonraki işgal güçleri ise; hem kendi yönetimlerinde ve hem de kendilerinden sonra dizayn edip bıraktıkları zorba yönetimlerinde aynı Nil hem kan ve hem de yokuş yukarı akıtılmaya çalışılmıştır! Zulüm takımının unuttuğu ve hesap edemediği ise, nehirlerin er ya da geç asli yatağına döneceği keyfiyetidir. Şimdilerde bu dönüş gerçekleşiyor ve nehir yatağında kurulu ne varsa hepsini yakıp yıkarak ilerliyor. Direnmeye çalışan zalame takımı, suların sıkıştırılamayacağından habersiz; cani yardakçılarının sergiledikleri akıl almaz vahşete ya seyirci, ya teşvikçi olarak ömürlerini kemirmekte!.. Onları bu hallere koyan batılı ağababaları ise; içlerinde kendi kendilerine akıttıkları kanda boğulmalarını büyük bir zevk ve sabırsızlıkla beklemekteler. Yüz yıl süren bu kahpe oyunu bozabilecek ve bütün bu vahşete dur diyebilecek yegane güç Türkiye'dir. Şükürler olsun ki, Türkiye, dünkü hasta adam değildir; ayaklarının üzerinde doğrulmuş ve bölgesine nizamat verebilecek güce erişmiştir. Artık bu coğrafya yolgeçen hanı değildir; her önüne gelen bu coğrafyada şenaatlerini icra edemez; zira, dün olduğu gibi bugün de hak ve hakikati savunan, mazlumların hamisi güçlü bir Türkiye var. Bir asır boyu Türkiye'yi; kolunu kanadını kırarak ve kardeşi kardeşe düşman belleterek, öz coğrafyasından koparmışlardı. Baş nereye, vücut da oraya misali; dün başsız kalan koca bir coğrafya ta'rumar edilmişti. Düzelen başın istikrarının, bütün bir coğrafyaya elektrik seyyaliyetiyle yayılması yakındır.