Pazar yazısı İslam büyükleri buyurmuşlardır ki: "Olması muhakkak olan şeyi olmuş bilmek lazımdır." Yaşayan her şey için ölümden daha yakın ne var ki... Yaşayan her şey, vadesi gelince ölüyor ve insanoğlu ise onu tadıyor. Kur'an-ı kerimde bununla alakalı olarak; "... her nefis ölümü tadacaktır" ifadesi kullanılmaktadır. Bu ifade bile, tek başına; insanoğlu için ölümün bir son olmadığını olanca hakikati ile ortaya koymaktadır. Yine İslam büyüklerinin buyurduklarına göre; dünyada iken ruhun bu ten kafesinden kurtulması kolay olmamakta; çetinler çetini bir ıstırabı gerektirmektedir. Hadisenin kendisi, yani ruhun bedini terk etmek keyfiyeti; dalları ve dikenleri ile insanın içine kök salmış ve vücudunun her zerresine işlemiş bir ağacın, ağızdan çekilip çıkarılması şeklinde anlatılmıştır. Ölüm halindeki bu azaptan kurtuluşun tek çaresi, iman ehli olmak; Allahü tealayı ve O'nun sevdiklerini sevgili bilmektir. İman ehli ölüm anında adeta "narkozlanmış" gibidir; ruhu, tereyağından kıl çeker gibi bedeni terk eder ve kişi, bu dehşetli anın farkına varmaz bile... Dolayısıyla ölüm, kişiyi asıl sahibine yani gerçek sevgiliye kavuşturan bir "vuslat köprüsü"dür. Kur'an-ı kerimdeki: "... Allah'tan geldiniz yine ona döndürülürsünüz" keyfiyeti bu hale işarettir. "Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz..." Son nefesten; mevkii ve rütbesi ne olursa olsun herkes korkmuş; ölüm anı ve ölüm ötesi haller için de şu hadis-i şerif yol gösterir olmuştur: "Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz... Nasıl ölmüşseniz öyle diriltilirsiniz..." Yine İslam büyüklerinin buyurduklarına göre, ahir zaman ümmeti (ister icabet ehli müslümanlar olsun, ister davet ehli gayr-i müslimler olsun) herkese ölüm anında iki cihan serveri Muhammed aleyhisselam gösterilir. Kişiye bu zatı tanıyıp tanımadığı sorulur mü'min, sevgililer sevgilisini görmenin heyecanı ile adeta mest olur; kâfir ise suratını ekşiterek; "hayır, tanımıyorum" der. İşte, mü'min o mest olmuş halde ruhunu suhuletle teslim eder; kâfirse, dünyevi azapların en şiddetlisine duçar olur. Mü'minler için ölüm, dünya hapishanesinden kurtulmaktır. Sıkıntı ve meşakkatten azat olmaktır. Durak misali; beklediği evinin misafir odasından sonsuzluğa açılan odaya (dar-ı bekaya) geçiştir ölüm. Dünya hayatı; gafleti, meşakkat ve telaşı ile, ebedi hayatla kıyaslanınca "uyku" hali olarak nitelendirilmiş ve Sevgili Peygamberimiz; "insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar" buyurmuştur. İşte ölüm; bu gölge, hayal hayattan kurtulup gerçekle, bütün çıplaklığı ile yüz yüze kalma keyfiyetidir. İki cihan saadeti için... Bundan dolayıdır ki iki cihan saadetinin anahtarını Sevgili Peygamberimiz veriyor ve buyuryor ki: "Ölmeden evvel ölünüz!" Bir düşünün bakalım; ölü hırslanır mı, kavga eder mi, yalan söyleyebilir mi, kibirlenebilir mi?.. Bilinen ve bilinmeyen kötü hasletlerden hangisi ölüden zuhur edebilir? O halde, dünyada huzur ve ahirette de ruhumuza sükunet bahşolunmasını arzu ediyorsak; ölmeden evvel ölmekten gayri çare var mı? Önceki gün Prof. Dr. Mustafa İlhan ağabeyi, dün de Ali Rıza Yerebakan amcayı kaybettik. Onlar sevdiklerine kavuştular; kaybeden biziz! Her iki dosta da Cenab-ı Hak'tan sonsuz mağfiretler niyaz eder, yakınlarına baş sağlığı dileriz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun...