İnsan, bilmediğinin düşmanıdır' sözü ne büyük bir hakikati haykırıyor! Geçen gün bir profesör arkadaşımla oturmuş, dertleşiyorduk. Konumuz Türkçe idi. Bu, güzeller güzeli; üç kıta, yedi iklime hükmetmiş imparatorluk dilimizin ne hale getirildiğini hayıflanarak, yana yakıla birbirimize anlatıyorduk. Profesör dedi ki; asistanlık yıllarımda, aynı odayı Saint Josef mezunu bir arkadaşla paylaşıyorduk. Bu arkadaşımın babası Devletler Hukuku profesörü idi ve bu konuda yazdığı kitaplar hukuk fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmaktaydı. Babasının yazmış olduğu kitaplardan birini odamıza getirip; incelemem için bana verdi. Kitabın sayfalarını çevirdikçe, gördüğüm nefis Türkçe karşısında mest oldum ve arkadaşıma dedim ki; sen, babanın yazmış olduğu bu kitabı okuyup anlayabiliyor musun? 'Ne gezer! Sanskritçe gibi geliyor bana' demez mi? Peki dedim; sen mükemmel Fransızca ve İngilizce de biliyorsun; 100 sene, 200 sene önce yazılmış; Fransızca, İngilizce metinleri anlıyor musun? 'Tabii' dedi; 'hem de Türkçe'den daha iyi!' Bu milleti dil yönünden nasıl katlettiklerinin ve eskilerin; insanı, 'konuşan hayvan' diye vasıflandırmasıyla, bu meşhur tarifin konuşan kısmını çıkartarak ne hale getirdiklerinin dehşet tablosu ile karşı karşıya değil miyiz?! Bu eksikler eksiği; yanlışlar yanlışı tarifi bile bize çok gördüler! Dilde tasfiye hareketi epey eskilere dayanır ama; onu 30-40 sene içerisinde çığırından çıkaran ve neredeyse bu asil milleti, mide gurultuları ve gırtlak hırıltıları halinde konuşmaya alıştıran ve hatta zorlayan Bülent Ecevit ve onun avaneleri olmuştur. Bülent Ecevit'in yarım yamalak iktidarları dönemlerinde ise; bu uydurukça kepazeliği mektep kitaplarına ve resmi devlet lisanına sokulmaya çalışıldı. Bu kepazeliği gören ve Türkçe'yi bu uydurukça zanneden bir kısım üniversite hocalarımız da; mal bulmuş mağribi gibi; 'Türkçe ile ilim olmaz!' diyerek işin içinden çıkmak ve bu güzel lisanımızı büsbütün unutturmak istediler! Neyse ki, Bülent Ecevit; değil bu denli uydurukça kelimeleri, gündelik hayatın en basit; tek heceli kelimelerini bile yan yana getirmekten aciz kalınca; hem Türkçe'miz ve hem de millet, derinden bir soluk alabilmiş ve dilimiz adına umutlanmıştık! Ta ki, A. Necdet Sezer Cumhurbaşkanı oluncaya kadar! Hukuk kökenli olmasına ve uzun seneler devlet ve umur görmesine rağmen; yeni Cumhurbaşkanını, makama geldiği günden beri, cumhurun anlamakta zorluk çektiği ve çoğunu anlamadığı garip bir lisan merakı sardı! Bunun son örneği; resmi bir açıklamada kullandığı, yanlışlar yanlışı mahut 'oydaş(mak)' kelimesidir. Oydaş; yani aynı oyda, reyde bulunan, hemfikir, konsensüs manasında; arkadaş, yoldaş, vatandaş, adaş gibi bir kelime. Bu kelimeye (mek-mak) eklemek ve sözde onu fiil yapmaya çalışmak, Türkçe'yi katletmekten ve erbabını acı acı güldürmekten öte bir mana ifade etmez! Üstelik bunu; 'uluslararası oydaşma' şeklinde kullanıyorlar ki; bunu anlamaya ve tercüme etmeye çalışan diğer milletler de oydaş(ırsa!); korkarım, yakında onlar da bizim gibi tam oynatırlar! Ah; iz'an! Meğer sen, sözlükte yalnızca bir kelimeden ibaretmişsin!