Başbakan Tayyip Erdoğan, yepyeni ve alışılmadık bir siyaset sergiliyor. Her şeyden evvel; şimdiye kadar alışageldiğimiz hırçın ve kavgacı siyaset anlayışına son verdi... Ucuz kahramanlık ve desinler peşinde değil!.. Buradan belli ki, Başbakan iyi niyetle hizmet yapmak ve kubbede hoş bir sada bırakmak istiyor. Bu yönü ile merhum Özal'ı andırıyor. Demokrasi hayatımıza bir bakın; hep liderlerin ve siyasî partilerin kavgaları ile heder edilen beyhude yılları görürsünüz. Bu yolun çıkmaz olduğunu ilk defa gören ve dört eğilimi birleştirerek kardeşlik tohumlarını ilk defa yeşerten merhum Özal oldu. Zaten ne yapıldıysa o kavgasız, gürültüsüz ortamda yapılabildi. AK Parti iktidarı toplumun önünü açacak ve onu çağa, çağın gereklerine taşıyacak çok önemli kanunlara imza atıyor. Bunların birçoğunu milletçe anlamıyoruz bile!.. Mesela; devleti sorgulama, hak arama; devleti şeffaf kılmaya matuf bilgi edinme kanunu... Hele çıkarılmakta olan son Anayasa değişikliği paketi gerçek demokrasiye geçişin; diğer bir ifade ile yegane güç ve otoritenin milletin elinde olmasını sağlayan tek kelime ile devrimdir. Kamu adına ihale açan ve harcama yapan tüm kurum ve kuruluşlar bundan böyle sivil otorite tarafından denetlenebilecektir. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" Meclis'in duvarında; "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diye bir yazı var. Şimdiye kadar bu, yalnızca yazı olarak duruyordu. Kuvveden fiile çıkan manasını bir türlü hayatımıza geçirip yaşayamıyorduk. Bundan dolayı da, bizim demokrasimiz "malûl" addediliyordu. Bu durumun şimdiye kadar olan manası; davul, siyasi iktidarın boynunda ancak tokmak başkalarının elinde bulunuyordu. Bundan dolayı da gelmiş ve geçmiş hiçbir iktidar "muktedir" olamıyordu. Zira bizde, bilerek veya bilmeyerek demokrasi ehramı (piramit) ters oturtulmuştu! En üstte olması gereken millet, kaale alınmadan en altta sürünmekteydi. Parayı veren millet, düdüğü çalan başkasıydı!.. Artık kazın ayağı öyle değil! Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok; AB süreci ufkumuzu açtı. Demokrasinin en son nimetleri Kopenhag Kriterleri'nde yer alıyor. KKTC'de yapılan referandum gerçekte; Türkiye'nin AB'ye girmesini isteyenlerle istemeyenlerin kantara çıktığı bir arena idi! KKTC, zaten herşeyiyle Türkiye'nin küçültülmüş halidir. Makettir. Orada yapılan referandumla herkes boyunun ölçüsünü almış oldu. Herkes, millete rağmen iktidar olunamayacağını çok açık ve net bir şekilde görmüş oldu! Eskiden, ağzı iyi laf yapan, şark kurnazı bir siyasetçi, meydan yerinde hamaset nutukları ile milleti yönlendirebiliyordu! Ama, artık kazın ayağı öyle değil! Gelişen ve yayılan modern iletişim vasıtaları ile millet bir uyandı pir uyandı! Uyanan bu milletin, bundan böyle hamasete prim vermeyeceği görüldü! Tepeden inme metotlarla gelen demokrasiyi anlayamamış, sindirememiş ve yerli yerine oturtamamıştık. Bu, bizim demokrasi eksiğimiz ve ayıbımızdı. Tepeden inmeciler istedikleri şekilde eğip büküyorlar; nalıncı keseri gibi milletin kazanımlarını kendilerine yontuyorlardı. Fakir millet, bir avuç tuzu kurunun elinde bir o yana bir bu yana sürükleniyordu. Bunun adına da demokrasi diyorlardı. Millete yutturduklarını dünya yutmuyordu! Ancak, milletin dünya ile irtibatı olmadığından bu çark işleyip duruyordu. Direniyorlar; elbette direnecekler. Bilinmelidir ki, direndikçe gülünçlükleri ortaya çıkacak ve millet bildiğini okuyacaktır!..