İnsan kuldur, insanın bütün yaptıkları da; ister itaat olsun, isterse isyan kabilinden olsun, bunların hepsi kulluğun gereğidir. Zira, yaratılış gayemiz; yaptığımız bütün amellerin karşılıkları bize dönsün diyedir. Allahü teala, güzel ameller işleyip, kendisine iyi kul olmamızı istiyor. Yani, yapacağımız amellerin salih olmasını ve onlardan bize dönüşün sevap olmasını murat ediyor.
İnsan ve cinnin dışındaki bütün mahlukatın yaratılışlarında; izzet, kahır, azamet, kibriya ve ceberut ilahi isimlerinin tecellisi vardır. Bütün bu mahlukat, Cenab-ı Hakk’ı bu isimlerle bilirler ve bundan dolayıdır ki, Yaradan’da karşı asla büyüklük hissine kapılmazlar, kapılamazlar.
İnsan ve cin toplulukları ise, Allahü tealanın, rahmet, lütuf ve sevgi (Vedud) isimlerinden yaratıldıklarından; âdeta şımarmışlar; asıllarını unutarak, büyüklenmiş ve çeşit çeşit günaha bulanmışlardır. Allahü tealayı ve ahireti unutarak dünyaya; dünyanın geçici nimetlerine dalmışlardır.
Halbuki dünya ve içindekiler hayaldir. Devamlı olan ahiret hayatı için yalnızca bir köprüdür. Köprü ise, geçilir, imar edilmez. Üç, bilemediniz beş günlük dünya hayatı, içinde rüya olan uyku gibidir. Bu rüyada görülen şeylere de itibar edilmez ve hepsi geçilir. Ama ölünce, bu rüyadan uyanılır ki, iş işten geçmiştir. Orada pişmanlık para etmez.
Mübarek Hocamız H. Hilmi Işık Efendi (kuddise sirruh) şöyle buyurmuşlardı:
"... Evliyada (Allah adamlarında) keramet aranmaz. Çünki, onların kerametleri zaten aşikârdır. Onlar, daha ilk sohbetlerinde, dünya sevgisini (hubbu-d-dünya) kalpten çıkarırlar; dünyadan soğuturlar. Dünya sevgisi haramların başıdır ve ahmaklık alametidir. Dünya sevgisini terk, yani zühd ise, akıl alametidir.
…Namaz, nasıl Allahü tealanın emri ise; helal kazanmak, meslek sahibi olmak, mesleğini ifa etmek ve çalışmak da öylece Allahü tealanın emridir, farzdır. O’nun emri olduğu için çalışıyoruz, lisan öğreniyoruz, meslek öğreniyoruz; helal rızık kazanıyoruz.
Dünyayı sevenler, nefisleri için dünyaya çalışıyor. Mü’minler ise, Allahü tealanın emri olduğu için çalışıyorlar. Dert, bela ve sıkıntı gören bazı arkadaşlar üzülüyorlar. Derd ü bela kemend-i mahbubest. Allahü teala sıkıntı, dert ve bela vererek sevdiği kullarını kendine çekiyor. Sıkıntılı günler unutulmaz. O günlerde Allahü tealaya çok yalvarmalıdır. Çünki, ‘Ben kırık kalplerde bulunurum’ hadis-i kutsidir. Allahü teala böyle buyurmuştur.
Bela ve musibetler nefsimize ağır geliyor. Büyüklerimize ise, çok tatlı, zevkli geliyor. Biz, Allahü tealaya çekildiğimizi anlayamıyoruz. Büyüklerimiz ise anlıyorlar. Kendi eliyle başını belaya sokmak değil; kendini tehlikeye atmak değil. Böyle bela, mükafat değildir, ceza olur. Kötü amellerin cezası.. Zira, Allahü teala, ‘kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!’ buyuruyor..."
Nitekim İmam- Rabbani Hazretleri (kuddise sirruh) de Mektubat’ının 2. Cilt, 33. ve 58. Mektuplarında bu hususu şöyle açıklar: "Sevgilinin elemleri, nimetlerden daha çok lezzet verir. Zira dert ve elemlerden lezzet, kendi nefsinin ve muradının isteğinden uzaktır" ve "Sevgiliden gelen elemler de sevgilidir."
Mükerrem oğulları İmam-ı Muhammed (kuddise sirruh) hazretleri de; 4. cilt, 19. Mektuplarında; "Derd-i dünya yakınlaşmaya ve yükselmeye sebeptir" buyurmaktadır.
.....
Şeyh-i ekber Muhyiddin Arabi hazretleri (kuddise sirruh), rast geldiği bir behlüle (akıllı deliye); aklını yitirmesinin sebebini sorduğunda, şu yakıcı cevabı almıştı:
"Sen gerçekten delinin tekisin! Aklım olsaydı, (onu kaybetmenin sebebini) sorar mıydın? Aklım nerede ki sana cevap versin?! Onu kendisiyle beraber almış olanın, ona ne yaptığını nereden bileyim?!."