ABD Dışişleri Bakanı, bu ilk ziyaretiyle; gerilmek istenen Türk-Amerikan münasebetlerini belirli bir noktaya getirmeyi başardı! Bunu yaparken; eskiye bakıp, karşılıklı olarak meydana getirilen olumsuzlukları tartışmanın bir manası olmadığını vurguladı. Özellikle dış hadiselere duygusal bakmak gibi kötü bir alışkanlığımız var. Halbuki realist olup; halihazır durumu değerlendirip geleceğe bakmak lazım. Eskiden kalma, herhangi bir olumsuzluğa takılıp kalmak ve onun üzerinde patinaj yapmak, kimseyi bir yere, hele ileriye hiç götürmez. Rice, böyle yapmayıp da; "1 Mart Tezkeresi"ni ve onun neticesinde ülkesinin uğradığı maddi ve manevi kayıpları dillendirseydi, biz de, askerlerimize giydirilen "Çuval hadisesi"ni karşılık olarak yansıtsaydık, iki tarafın eline ne geçerdi? Önünüzü görmek istiyorsanız; realist olup; yapılması gerekenleri konuşup tartışıp karara bağlamak zorundasınız! Yeni bir dünya kuruluyor; bunu nasıl görmezlikten gelebiliriz? Bir yandan bölgemizde istikrar unsuru olduğumuzu söyleyeceğiz; diğer yandan da, burnumuzun dibinde, bizi direkt ilgilendiren en hayati konulara seyirci kalacağız! Bu mümkün müdür? ABD de, biz de mecburuz! Türkiye'mizin dış politikası elbette yalnızca ABD'ye endeksli değildir. Olamaz da... Ama, ABD ile zaten mevcut olan "stratejik ortaklığı" ne yapıp edip kuvveden fiile çıkarmak zorundayız. Dikkat edilirse; buna ABD de mecbur, biz de mecburuz! Güreş oyunundaki el-ense faslında hâlâ birbirimizi yokluyoruz! Çünkü; adına her ne kadar "stratejik ortaklık" dense de, her iki ülkenin karşılıklı olarak birbirlerine bakışlarına ve yaptıklarına dikkat edildiğinde; kazın ayağının hiç de öyle olmadığı görülüyor! Bu durum, bizim; "büyük devletlerle dostluk, ayı ile arkadaşlık yapmaya benzer" yaklaşımımızdan kaynaklanıyor! Daha açık ifadeyle, korku ve vehimler bizi bu noktaya getirdi. Güçsüz olduğumuz dönemlerde normal olan bu tezin, günümüzde bir geçerliliği yoktur. ABD, artık, bizim için Okyanus aşırı ülke değildir. Dünya üzerinde yegane süper güç olarak burnumuzun dibine gelmiş; bulunduğumuz coğrafyayı yeniden şekillendirmeye yönelmiştir. Böyle bir durumda, ABD ile münasebetlerimizi, eskiden olduğu gibi idare-i maslahatçılıkla yürütemeyiz. Zaten, bunun adını, biz istesek de istemesek de ABD koydu! Ya, yanımdasınız; ya da karşımda!.. ABD'nin bütün bu kaygılarının temelinde ekonomik savaş varmış ve esas kaygıyı Çin'in yükselişinden besliyormuş. Doğrudur; burada bile ABD ile ortak değil miyiz? Çin, bizi tehdit etmiyor mu? Şayet, ABD cinayet işliyorsa, onun cinayetlerine ortak olalım demiyoruz. Bizimle sınır komşusu olmuş; bu komşumuzda gelişen her olay; bizi başta güvenliğimiz olmak üzere birçok bakımdan hayatî derecede ilgilendiriyorsa, "bana ne" diyemezsiniz! ABD, Dışişleri Bakanı Rice, Türkiye'nin kaygılarını anlamış ve onları giderecek şekilde çok sıcak mesajlar vermiştir. "PKK, tıpkı El-Kaide gibi bir terör örgütüdür; Türkiye'ye yönelik saldırılarına asla göz yumamayız!", "Kerkük, bütün Iraklılarındır. Irak'ta etnik veya dinsel temele dayalı bölünmeye müsaade etmeyiz!.." Bunlar, Türkiye olarak bizim tezlerimiz; hatta "kırmızı çizgilerimiz" değil mi? O halde, uzatılan bu elin tutulmamasının manası var mı? Pasif politikalar yüzünden... Bu taraftan bize öyle söylüyor ama, diğer taraftan Kürtlere göz kırpıyor derseniz; biz ABD'yi denize düşürdük o da yılana sarıldı! Yoksa, dünyanın böyle bir süper gücü, baldırı çıplak kabileleri Türkiye gibi bir devlete tercih eder mi? Bunun mantığı var mı? Onlarla nereye kadar gidebilir? Mademki, ABD her şeyi kendi menfaatine göre yapıyor; Kürtlerin ABD'ye ne menfaati olabilir? Gelip geçen onca iktidarlarımız boyunca, "son kez" deyip Çekiç Güç'ün süresini, altışar aylar halinde, seneler senesi uzatıp, bölgenin kontrolünü ABD'ye niye verdik? Bizim kazancımız ne? Pasif politikalar yüzünden bir şey elde edemedik; bari kendi güvenliğimizi tehlikeye atmayalım!