Biliyorsunuz sevgili okuyucularımız; demokrasimiz her on senede bir kesintiye uğratılarak Türk siyaseti herçümerç hale getirilmiştir. Her seferinde demokrasiye yeniden başlamışız. Bu durum, bizim demokrasimizin gelişip olgunlaşmasını engellediği gibi, devlet ve siyaset adamlarını küstürmüş, siyasete soyunacakları da soğutmuştur. Dolayısıyla; siyasette meydan yeri, seneler senesi kalitesiz insanlara amade kılınmıştır! Öyle ki, siyasette kaliteli insan görürseniz; ya inadına veya gözü kara olmasından dolayı siyasettedir! Halbuki bizim siyasi sistemimiz tamamen siyasi partilere endekslidir. Onlar, sistemin olmazsa olmaz unsurlarıdır. Devlet ve milleti kalkındıracak, gerekli maddi ve manevi hamleleri yapacak ancak onların iktidarlarıdır. 1980 ihtilali, bütün siyasi partileri kapattığı gibi; yenilerinin faaliyetine izin vermedi. Neden sonra, o da Konsey üyelerinin gerekli gördüklerine izin çıktı! Kapatılan siyasi partilerin serbest kalıp yeniden açılmaları ise, çok sonraları referandumla temin edilebilmiştir. O vakitler merkez sağda merhum Özal'ın ANAP'ı ön alıp iktidar oldu. Hatta, merhum Özal daha da ileri giderek, dört egilimi birleştirdiğini iddia ederdi. Yine Özal, vaktiyle Süleyman Demirel'in başbakanlık ve DPT müsteşarlığını yapması hasebi ile, onun ancak emanetçi olmasına göz yumabilirdi. Öyle olmayınca da tam karşısına geçerek, Özal'a ve ANAP'a cephe aldı. CHP'nin dümen suyuna girip boykot ettiler Artık merkez sağ, liderlerinin bu tutumundan dolayı tam ortasından ikiye bölünmüştü. Özal ve Demirel'den sonra ise, bu partilerin başına Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller geçti. Onlar, aralarındaki kavgayı sürdürerek siyasette yer aradılar. Ama olmadı. Her ikisi de partilerini küçülte küçülte; neticede barajın altına iterek rahatladılar ve ancak bu şekilde millet tarafından alaşağı edildikleri siyasete son vermiş oldular! Şimdilerde ise, bunların yerine Mehmet Ağar ile Erkan Mumcu var: Her iki lider de seleflerinin aksine, birden bire canciğer kuzu sarması oluverip birleştiler! Bunlardan DYP, 2002 seçimlerinde 9 küsur, ANAP ise 5 küsur oy almıştı. Tabii her ikisi de barajın altında kalmışlardı. Her iki partinin de tek başına barajı aşmayı gözü yemedi! Üstüne üstlük, her iki parti de; Cumhurbaşkanının seçilmemiş olmasının yegane sorumlularıdır. Biri, merhum Adnan Menderes'in, diğeri merhum Turgut Özal'ı mezardaki kemiklerini kan terletircesine, demokratik bir ayıbın ortağı oldular! CHP'nin dümen suyuna girerek TBMM'yi boykot ettiler. Böylece, ayaklarına gelen bir fırsatı teperek; emrinde olduklarını iddia ettikleri milletin karşısına dikildiler. Yarın yapılacak seçimleri düşünmeden bu hatayı işlediler. Halbuki Meclis'e gelselerdi ve AK Parti'nin adayına oy vermeselerdi, kimsenin birşey demeğe hakkı olamazdı. Gelselerdi; CHP Anayasa Mahkemesine gidemeyecek ve akıllara durgunluk veren 367 garabeti yaşanmamış olacaktı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kilitlediler DYP ve ANAP böyle yapmakla, yalnızca bu günün değil, gelecekte de Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kilitlemiş oldular. Tabii eden kendine eder ve bu yaptıklarının hesabını millete vereceklerdir! Zira başta kendi teşkilatları olmak üzere milletimiz, bütün bu yapılanları kendisine hakaret edilmiş olarak değerlendiriyor. Çünkü; emanetin asıl sahibi yani asil milletin ta kendisidir. Bunları, kendisini temsil etsin diye vekil olarak TBMM'ye gönderdi. Dolayısıyla vekilin birinci görevi, milletin arzu ve taleplerini yerine getirmektir. Bunun da olmazsa olmaz şartı TBMM'de bulunmaktır. Kaçmak değildir. Erkan Mumcu ki, AK Parti sıralarından Meclis'e girmiş; Tayyip Bey, senelerin mücadele arkadaşlarını bir kenara bırakarak bunu bakan koltuğuna oturtturmuştur. O ise, küfran-ı nimet bilerek partiden ayrılıp; Tayyip Bey'in karşısına dikilmiştir. Hani bir söz vardır ya; 'iyilik yaptıklarınızın şerrinden sakınınız!' diye; işte tam böyle...