Ömrünü Kıbrıs davasına adamış ve bu yüzden haklı olarak Türklüğün kalbinde müstesna bir yer işgal etmekte olan sayın Rauf Denktaş, son çıkışları ile tarihi misyonu ile çelişmektedir. Üstlendiği ve dirayetle yürüttüğüne inandığımız görüşmelerini; son çıkışı ile bizzat kendisi zora soktu! Bunca tecrübeli bir siyaset ve devlet adamının böylesine acemice tuzaklara düşmesinin sebebini anlayabilmiş değiliz! Türkçe'si kadar İngilizce'ye de engin vukufiyetini yakinen bildiğimiz sayın Denktaş; AK Parti lideri sayın Tayyip Erdoğan'ın, gayet açık ve anlaşılır beyanlarını, ters yüz ederek anlamasına doğrusu bir mana veremedik. Hele de; ters anladığı bu durumu, medya aracılığı ile sokağa dökmesini, kendisine hiç mi hiç yakıştıramadık. Asıl, kendisinin bu denli tutumu; yani yanlış anladığı beyanları gerçekmiş gibi kamuoyunun bilgisine sunması ve adeta Türkiye'dekilerle çarpışıyormuş havasını vererek ucuz kahramanlığa soyunması elini ve kişiliğini zayıflatmıştır! Sayın Erdoğan'ın dediği; sayın Denktaş'ın ileri sürdüğü gibi; Kıbrıs'ı verip kurtulalım yaklaşımı değil ki! Sayın Erdoğan, evet; Kıbrıs'ta çözümden yana ama, bu demek değildir ki, Kıbrıs'ı verip kurtulalım. Veya Annan Planı'nı olduğu gibi kabul edelim. Önümüze konan bu planı tartışalım ve milli menfaatlerimiz neyi gerektiriyorsa; o tadilleri yaparak uzlaşmaya çalışalım demenin neresi yanlış? Masaya önyargılı oturulmasın yani; şimdiye kadar olduğu şekliyle; çözümsüzlük çözümdür anlayışı ile bir yere varılmaz demesinin neresi yanlış? Hem, bu ifade yalnızca sayın Denktaş için değil ki. Her iki taraf için söz konusu. Nitekim; her iki tarafın müzakerecileri, seneler senesi bu yolla hareket etmediler mi? Önce iki harita ile geldiler; sonradan bunları artırarak 20 haritaya kadar çıktılar! Bu 20 haritadan birini kabul edelim diye bir beyan yok ki! O sözün manası; haritaları onlar çoğalttığı gibi, biz de işimize gelen başka haritalarla karşılarına çıkalım demektir. Sayın Denktaş; şu beyanına muhatap bir siyasetçinin Türkiye'de olmadığını bilmeyecek kadar acemi olamaz: 'Türkiye, milli davadaki prensiplerden vazgeçtiyse ve planı bu şekilde kabul edelim diyorsa, o zaman bu planı kabul edecek birisini bulur, imzayı atar, bu iş biter!' Bu şekildeki bir yaklaşımı, Türkiye'de muhalefet partisi bile söylemezken; müzakerelerin ortasındaki sorumlu adamın bu türlü beyanları, gerçekten saşkınlığa sebep olmuştur! Türkiye, kapalı bir toplum değil ki; neticede bu iktidar, Kıbrıs'ta sağlayacağı barışın hesabını millete verecektir! Değil bu iktidarın; Türkiye'deki herhangi bir iktidarın sağlayacağı barışın 'zafer' olmasını istemekten maada ne gibi bir talebi olabilir ki? Kimse milliyetçilik ayaklarına soyunmasın; zira kimse kimseden daha milliyetçi değildir! Milliyetçiliğin birinci şartı; milli davaların medya aracılığı ile; birbirlerini suçlayarak ayağa düşürülmesi olmasa gerektir!