Her zaman vurguladığımız gibi, coğrafya olarak çok netameli topraklar üzerinde yaşıyoruz. Tabii burada yaşamanın bedeli vardır. Tarih boyunca bu bedeli ödeyerek geldik. Dolayısıyla bu coğrafyada yaşayabilmek ancak ve ancak güçlü olmakla mümkündür. Aksi halde buralarda hayat hakkınız olamaz. Çünkü, bu topraklar, gerçekten paylaşılamayan topraklardır. Öyle olsa idi; güç ve kuvvetten düşüp imparatorluğumuzu yitirdiğimizde, işgal edilen bu topraklardan düşman çekilip gitmezdi! Elbette ki düşmanı, Atatürk önderliğindeki Türk'ün azim ve kararlılığı bu topraklardan söküp attı ama; burada unutulmaması gereken husus, düşmanlar da kendi aralarındaki paylaşıma razı olmadılar. Hele boğazları birbirlerine bırakmayı akıllarının ucundan bile geçirmediler. Bütün bunları yazmamızın bir tek sebebi var, o da; bu topraklarda güçlü, yani kudretli olunmadan yaşanamayacağıdır. Bakınız milli şairimiz bu hususu dillendirirken ne diyor: '... şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!' Yani bu topraklar, mütemadiyen şehit kanı ile yoğrulmuş olup; bir avuç topraktan binlerce şehidimizin kanı fışkırır! Bunca ağır bedeller ödeyerek aldığımız ve aynı bedelleri sürekli ödeyerek üzerinde yaşamakta olduğumuz bu aziz vatanın kıymetini bilebiliyor muyuz? Daha açık ifadesiyle soruyorum; bu cennet vatana bizler ne kadar layıkız? Her devrin geçer akçesi terördür! Bu sualin cevabı, bu toprakları ne denli koruyup kollayabildiğimiz ve ne kadar mamur hale getirip ve üzerinde yaşamakta olan insanları mutlu kılıp kılamadığımızla doğru orantılıdır. O halde, bu değerlendirmeyi sizlerin takdirine bırakıyorum sevgili okuyucularım. Dünya kurulalı beri süregelen ve kıyamete kadar da sürecek olan bir savaş şekli vardır ki, en onursuz, en kalleşçe ve en hunharca olmasına rağmen maalesef her devrin geçer akçesi terördür!. İç ve dış düşmanlarımız el ele vererek bu acımasız oyunu tezgahladılar ve biz çeyrek asırdır, bu oyuna muhatabız. Bu kısa süre içerisinde binlerce şehit verdik; maalesef el an da vermekteyiz. Başta, ayaklarının altı öpülesi şehit analarımızın, genç yaşta dul kalan, gelinliğinin rengi henüz solmayan şehit eşleri bacılarımızın, gözleri yaşlı şehit babalarının ve herşeyden habersiz mini şehit yavrularının ve yakınlarının olmak üzere bütün milletçe ciğerlerimizi yakıp kavuran şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Yegane tesellimiz şehitlik Yegane tesellimiz, şehitlik gibi çok yüce bir makama kavuşmaları ve ebedi alemde huzur içinde olmalarıdır. Bu durumu yine en iyi milli şairimiz dillendirmiş ve şu dize ile terennüm etmiştir: 'Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber; sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber!' Şehitlerimizin ruhlarını huzurlu kılacak dünyevi en önemli husus ise, ardında bıraktığı milletimizin birlik ve beraberliğidir. Dünyanın bu en acımasız savaşı olan terörün karşısında milletçe tek yumruk olmaktan gayrı çare yoktur. En ufak ayrılığımız birbirimize düşmemiz terörün ekmeğine yağ sürmekten başka bir mana ifade etmez. İç ve dış düşmanlarımız da dört gözle bu hale düşmemizi bekliyorlar. Bunca acı tecrübelerden sonra, ibret alamaz ve gerekli tedbirleri alıp, beklenen duyarlılıkları hep birlikte gösteremezsek; maalesef terör şehit almaya devam edecektir. Bu durumu devletimizin yetkilileri de her fırsatta söylüyorlar. Aman uyanık olalım; böylesine milli konularda tefrikaya düşmeyelim. Partizanca hesaplar yaparak dünyayı kendimize güldürmeyelim! Milletçe başımız sağolsun; şehitlerimize sonsuz mağfiretler, yakınlarına sabr-ı cemiller niyaz ediyorum.