Sevgi çağlayanı -2-

A -
A +

Gerçek Müslüman, yani Allah'a teslimiyet nasıl olur? Kur'an-ı kerimdeki ifadesiyle; "Ey iman edenler! İman ediniz!" ne demektir? İmanı, hücrelerinize sindiriniz; taklitten tahkike (hakikatine) erdiriniz. Bunun yolu ise, elbette ibadet ve taattir. Zaten Cenab-ı Hak, insanları ve cinleri, kendisini tanıyıp ibadet etsinler diye yaratmadı mı?
Peki, Allahü tealayı nasıl bileceğiz ve O'na nasıl ibadet edeceğiz? O'nu bilmenin ve O'na ibadet etmenin ölçüsü nedir? Burada tek önder ve yegane ölçü; sevgilililer sevgilisi Peygamber efendimizdir. O, sevgi peygamberi olduğuna göre; O'nu sevenlerin "silsilesi" de; o ölçünün bütün zamanlara ve mekanlara, derece derece yansımalarıdır. Ben seviyorum demekle, elbette olmaz; sevgisinin ölçüsü itaattir. İtaatin ölçüsü ise, ihlas, yani samimiyettir.
Kim, Allah c.c. içinse, Allah da onun içindir. Kim, samimi olarak Allahü tealayı arzu eder, O'na kavuşmak isterse; Cenab-ı Hak, onu sevgililerinden birisiyle tanıştırır. Tıpkı, 1929 senesinde; öğretmenlerinin imansızlıkları ve onların bu yöndeki telkinleri karşısında üzülen ve bir Kadir gecesi uyuyamayıp; Haliç'in ışıkları altında, Eyüp Sultan türbesine karşı, hıçkırıklara boğularak ağlayan ve; "Ya Rabbi! Sana inanıyorum. Seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini öğrenmek istiyorum. Beni, din düşmanlarına aldanmaktan koru!" diye yalvarıp yakaran hocası mübarek Hüseyin Hilmi Efendi'yi; zamanın sahibi, mazlumların şahı, simsiyah kesilen kalplerin aydınlatıcısı Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri ile buluşturması gibi...
Çocuk yaşında kaybettiği babasının vasiyeti ile (namaz, namaz, namaz ve illaki yüksek tahsil!) düştüğü İstanbul yolları ve Kuleli Askeri Lisesi... Orada karşılaştığı ve ilk görüşte âşık olduğu kimya hocası... Her Hak âşığı gibi, O da sevenlerinin kimyalarını değiştirmeye memur bir "Hicret Gülü!"
Enver Ağabey, Kuleli günlerinde bir tatil günü, namaz kılmak için yakındaki camiye gider; bakar ki, namazdan sonra Mevlid var; o da kalır. Mevlidhan, çok yanık ve içli okuyunca; Enver Ağabey'in, o öksüz çocuk kalbi daha fazla dayanamaz ve hıçkırıklara boğulur. Onun, kendisini paralarcasına çırpınışı, herkesin olduğu gibi, üst katta kadınlar bölümünde bulunan Siret Hanımefendi'nin de (H. Hilmi Işık Efendi'nin hanımefendisi-Cenab-ı Hak her ikisine ve sevdiklerine rahmet eyleyip bol bol karşılıklar versin. Amin) dikkatini çeker. Cami çıkışında yaka numarasına bakıp ezberler: (1034)... Eve gelince; o numaralı öğrencisi olup olmadığını ve camideki hâlini anlatır. H. Hilmi Efendi Hazretleri, otuz sene önceki; Haliç'teki hâlini ve yakarışını hatırlar ve öğrencisi Enver'le birlikte birkaç arkadaşını evine davet eder.
Deryanın hayali ile yanarken; şimdi, içinde yüzüyor ve kana kana içiyordu!
Bir bayram günü, kimya hocaları kendilerini Eyüp Sultan'a davet etti; "öğleden önce gelirseniz hem bayramlaşır ve hem de sohbet ederiz" buyurdular. Bayram günleri okuldaki yemekte tatlı çıkarmış. Arkadaşları tatlıyı yiyip gitmeyi yeğlediler; Enver Ören ise, erkenden Eyüp Sultan'ın yolunu tuttu.
Güneş ve Ay; caminin içinde baş başa idi. Tıpkı; H. Hilmi Efendi'nin, seneler önce; Seyyid Abdülhakim Efendi ile, rahlenin önünde burun buruna gelişleri gibi. Hocasının (Abdülhakim Efendi) haykırışı, hâlâ kulaklarında çınlıyordu: "Ya sin... Ey benim bahr-i yakinimin (en yakındaki denizimin) sebbahı (dalgıçı) olan habibim!" Yani, beni en ziyade anlayan, bilen!..
Allahü tealanın, habib-i mükerremi Muhammed aleyhisselema hitabı... (Haftaya devam)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.