"Geç kaldınız! Ben gitmek durumundayım. Ama, ben her şeyi Enver'e anlattım. Sizler ondan dinlersiniz!"
Enver Ağabey, mübarek Hocasıyla baş başa saatler geçirirler. Öğlen vakti olur; Enver Ağabey'i
imam yapıp birlikte namaz kılarlar. Hocaları, giyinip yola
koyulduğunda; bir de ne görsünler? Tatlının hatırına(!) geç kalan diğer
arkadaşları, peş peşe çıkageldiler. Hilmi Efendi, onlara şöyle buyurdu: "Geç kaldınız! Ben gitmek durumundayım. Ama, ben her şeyi Enver'e anlattım. Sizler ondan dinlersiniz!"
Bir ömür boyu, bıkmadan-usanmadan; dur-durak bilmeden anlattılar, anlattılar!!!
Enver Ağabey,
hocasının telkini ile, Kuleli'den sonra askeriyede devam etmek istemez.
İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü'nden mezun olur ve
aynı kürsüde asistan olarak akademisyen görevini başarı ile yürüttü.
Üstün başarısından dolayı NATO'dan burslu olarak Napoli'ye gitti;
eğitimine orada devam etti.
Napoli (İtalya) şehrinde tek başına yaşamakta olan ve kapısını kimselere açmayan; Abdülhamid Han'ın zevcelerinden Behice Maan Hanımefendi ile bir hatırasını anlatmıştı Enver Ağabey:
"Büyükelçilik
vasıtası ile evini buldum. Gittim; kapıyı defalarca çalmama rağmen
açılmadı. Bir saate yakın bekleyip döndüm. Dönerken kapının altından bir
mektup attım. Mektubumda kendimi tanıttım ve tekrar geleceğim gün ve
saati belirttim...
O gün geldiğinde gittim. Heyecanla kapıyı çaldım;
bir daha çaldım; bir daha çaldım ve bekledim. On dakika sonra kapı
açıldı; kadife sesli yaşlı bir kadının; 'kim o?' sesi duyuldu. Kendimi
takdim ettim ve hocamızın selamlarını, iyi dileklerini ilettim. İçeriye
aldılar; üzerlerine sinmiş yılların yorgunluğu ile karşımdaki koltuğa
âdeta yığıldılar. Nemli gözlerle beni uzun uzun süzdüler ve; 'yıllarımız
burada, fakr ü zaruret içerisinde geçti. Ne arayan ne soran oldu.
Yalnız Merhum Başvekil Adnan Bey zamanında Büyükelçimize talimat
verilmiş; o, zaman zaman uğrayıp belirli bir harçlık bırakıyordu.
Başvekili idam ettiler; ondan sonra, Büyükelçilikten de gelen giden
olmadı. Artık, tevekkülle ölümü bekliyorum. Bir anne için, hasreti
çekilen şeylerin başında evlat kokusu gelir. Yetmiş senedir bu hasretle
kavruldum. Ellerini öpmek için eğildiğimde, titreyerek ağlıyor;
gözyaşlarımla mübarek ellerini ıslatıyordum. Başımı, müşfik bir anne
gibi okşayıp kokladı ve sel olan gözyaşlarını akıttı. Artık,
ziyaretlerimin sebebi; karşılıklı ağlayıp hasret gidermekti! Her ay
ziyaretine gittiğimde; burstan aldığım paranın kuruşuna dokunmadan;
kendisine fark ettirmeden masanın üzerine bırakıp ayrılıyordum. Sonra
izin çıktı; Türkiye'ye geldi. Burada vefat etti; vasiyeti gereği, cenaze
namazını mübarek hocamız kıldırdı..."