Eğitim sistemimizle solucanın boğumlarını ve kurbağanın ayaklarını bir güzel bellettik ama; deprem kuşağında yaşayan insanımıza depremden korunma çarelerini öğretemedik.
Sistemi kurduğumuzda dini, neredeyse kökünden yasakladık. Din eğitimini okullardan kaldırdık. O günkü idarecilere dayatılan ve onların da millete dayattığı mantığa göre, bizi geri bırakan ve medeni (!) âlemden ayrı kılan, mensup olduğumuz İslam dini idi. Dinden çıkarsak ve eğitimimizi dinden tecrit (ayırarak) ederek yaparsak kurtuluşa erecektik.
Öyle yaptık ama; kurtulmak ve kurtuluş şöyle dursun; bu kez yedi başlı ejderha ile karşılaştık! Çok değil; 30-40 sene sonra bir de baktık ki meydan yeri viraneye dönmüş. Eskiye ait ne varsa, hepsini bitpazarında sattık; çoğunu da bedelsiz peşkeş çektik!
Vaktiyle 'vakıf medeniyeti'miz vardı; talan ettik. Talanın boyutunu merak ettiniz değil mi? Camilere ait vakıf malları olan dükkânlar, partili yandaşlara peşkeş çekilirken caminin kendisi ise, yanlış okumuyorsunuz; içki içilen ve dansöz oynatılan mahallere çevrildi. İstanbul-Sirkeci Garı'nın yanındaki Merzifonlu Camii'ni, o türdeki bir mezbelelik hâlinde bulduk. 1989 yılında adı 'Anadolu Saz'dı. Uzun uğraşlar, yoğun gayretler ve etkili yayınlar sonucunda orasını, merhum Özal'a tekrar camiye kazandırttık. O ve orası gibi onlarca hatta yüzlerce; vakıf malı olan cami yerleri; kısmen Özal zamanında ve bugünkü iktidar zamanında asli hüviyetlerine kazandırıldı.
Din, yasaklanınca; yerin altına çekildi! Hakikati olmayanın yalanına ve yanlış hâline saplanılıyordu! Üstad Necip Fazıl'ın belirttiği gibi; "... O gün, dinle insan arasında bir buz dağı vardı. Nefesimizle o dağı erittik; na ehil ellerde din o hâle getirildi ki, meydan yeri çamur deryasını andırır oldu. Gel de bu çamurdan çık, çıkabilirsen!"
Mekteplerimizde öngördüğümüz eğitim sistemimizle solucanın boğumlarını ve kurbağanın ayaklarını bir güzel bellettik ama; deprem kuşağında yaşayan insanımıza depremden korunma çarelerini öğretemedik. Bizi kurgulayanlar gayelerine ulaşmıştı. Artık din bile aransa; bulunabilecek dinin, gerçeği ile alakası tartışılır olacaktı. Nitekim, bugün; din adına her kafadan bir ses çıkmıyor mu?!
Bir imparatorluk bakiyesi olan insanımızı birbirlerine kardeş yapan dini, hayatımızdan çıkardık ve birbirimizin kemiğine musallat; birbirlerini dışlayan ve birbirlerine nefretle bakan nesiller türettik!
Ne neşeli bir günde ve ne de acılı bir günde bir araya gelebiliyoruz! Hatta, birilerimizin bayramında, diğerlerimiz yas tutuyor! Birbirlerine saygı mı; o da ne kelime?! Kendi partimizden olmayanların evlerine ateş düşmesini arzuluyor ve o parti mitingine gidenlerin maden faciasında ölmelerini 'müstahak!' görebiliyoruz!
Bu denli kamplaşmayı, ayrışmayı, birbirine kem gözle bakmayı ve bu denli birbirine tahammülsüzlüğü hangi dış düşman temin edebilirdi?! Biz, bu sistem (yanlış sistem) ve eğitim (yanlış eğitim)le, birbirimize fazlasıyla yetiyoruz; gayrı, dış düşmana hiç ihtiyaç yoktur!