Siyasilerimiz hiç kusura bakmasınlar; siyaseti ve siyasetçiyi yani kendilerini kirletenlerin başında yine kendileri geliyor. Oysa bulundukları Meclis'in, sahip oldukları partilerinin ve öz şahsiyetlerinin mehabetini korumak herkesten önce kendilerinin işidir. Malum, sistemimiz çok partili demokratik sistem... Yani bizim sistemimizde birbirlerine rakip birden fazla parti olması bu sistemin tabii bir sonucudur; hatta olmazsa olmazıdır. Dolayısıyla bu rakip partilerin birbirlerine tahammül etmek mecburiyetleri vardır. Zira, birinin varlık sebebi diğerinin de varlığıdır. O yüzdendir ki, yalnızca demokrasilerde muhalefet vardır ve bu muhalefet, iktidar kadar önemlidir. Gelişmiş demokrasilerde iktidarların olduğu gibi, muhalefet partilerinin de sorumlulukları vardır. Bu sorumluluk, onun muhalefet etmedeki sorumluluğudur. Bizdeki gibi yıkıcı ve sorumsuz muhalefet; CHP'ye İnönü'den kalma bir alışkanlık olup neticesi, demokrasi adına akıllara ziyandır. CHP'nin anladığı Türkiye'nin yarım asrı aşkın süredeki demokrasi tarihini şöyle bir gözlerinizin önüne getirin; siyasetin dumura uğramasının temelinde bu denli sorumsuz ve yıkıcı muhalefetin olduğunu görürsünüz. Deniz Baykal'ın ve CHP'nin, uzlaşma ile cumhurbaşkanını seçelim sözlerine bakmayın! Onların uzlaşmadan anladıkları, cumhurbaşkanı adayının AK Parti dışından olmasıdır! Onlara göre, AK Parti, Meclis'te millet çoğunluğunu temsil etmemektedir. Daha açık ifadesiyle; AK Parti almış olduğu yüzde 35 oya karşın, Meclis'te haksız yere yüzde 65'lik sandalyeyi elinde bulundurmaktadır. Kavga rejimi değil Halbuki bu durum, o günkü seçim kanununun bir sonucudur ve bu kanunun hazırlanmasında AK Parti'nin en ufak bir dahli söz konusu değildir. Başka partilerin hazırlamış oldukları bu kanunla seçimlere girip bu sonucu elde etmişlerdir. Menderes ile İnönü, Demirel ile İnönü, Ecevit ile Demirel ve hatta Demirel ile Özal'ın amansız kavgaları demokrasimizin yeşerip gelişmesinin önündeki en büyük engeller olmuştur. Halbuki demokrasi, temelinde asla kavga rejimi olmayıp kelimenin tam manasıyla uzlaşma rejimidir. Bizim siyasetçimiz ise, uzlaşmayı yenilgi ve kendini inkar olarak niteleyerek bundan kaçınmıştır. Deniz Baykal'ı CHP'nin başına yeniden seçildiği günden beri dikkatle izlemekteyiz. Bir gün olsun yapıcı bir şey söylediğine şahit olmadık. Bu iktidarın ve gelmiş geçmiş bütün iktidarların hiç mi elle tutulur, gözle görülür bir hizmetleri yok? Bunların muhalefetten anladıkları, yapılan tüm hizmetleri görmezden gelip karalamaktan ibarettir. Deniz Baykal'ın Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile alakalı olarak verdiği demeçlere bakınız. Nasıl toplumu germektedir? Nasıl yıkıcı muhalefet yapmaktadır? Söylediklerini yan yana getiriniz; baştan aşağı tutarsızlıklarla dolu olduğunu görürsünüz. Çünkü; söylediklerinde kendisi de samimi değildir ve herkesten önce onlara kendisi inanmamaktadır. Deniz Baykal'ın tutarsızlıklarını sergilemeye yarınki makalemizle devam edeceğiz.