Genel olarak Türk siyasetinde normalin üzerinde bir kalite olmadığını gözlemlemekteyiz. Bunun suçunu siyasetçiye atarak bir yere varamayız. Evet, işin böyle olmasında siyasetçinin de kabahati vardır ancak yegane sorumlu o değildir. Üstelik her siyasetçi değildir. Sözü eğip bükmeden hemen belirtmeliyiz ki; bu kabahati yüzde 50 siyaset içi ve yüzde 50 siyaset dışı mütalaa etsek bile; yezde 50'lik siyaset içindeki kabahati tek başlarına milletine inanmayan, milletine güvenmeyen ve milletine dayanmayan partilerin ve bu parti mensuplarının taşıdıklarını görürüz. Siyasetteki kalite tılsımı 1960 darbesi ile bozulmuştur. TBMM'nin kahir ekseriyetini elinde bulunduran DP milletvekillerinin hemen hepsi Yassıada'ya tıkılmış; aylarca süren trajikomik yargılamalardan sonra, milletin sevgilisi ve baş tacı Başbakan Adnan Menderes ile iki bakanın (Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan) idamları infaz edilerek onlarca kişi de çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Bütün bu zevat ömür boyu siyasetten men edildi. Neden sonra, Süleyman Demirel hükümetleri döneminde, ömürlerinin sonunda bu cezadan kurtuldular. Demokrasimize kan bulaştı! 1960 İhtilali ile birlikte Türk demokrasisine ilk defa kan bulaşıyordu. Merhum Menderes o kadar nazik ve öylesine millet ve memleket aşığı bir kişiliğe sahipti ki, idam sehpasına giderken bile; "...kimseye kırgın değilim. Allah (cc) devletimize zeval vermesin... Milletime saadetler diliyorum..." diyerek şehadet şerbetini içti. Dikkat ediyor musunuz sevgili okuyucularım; bizler, milletini böylesine seven ve adeta milletine tutku derecesinde aşık olan bu adamı bile astık. O ise, bizim birbirimize düşmememizi temin maksadıyla, ayrılık, gayrılık; kin ve garez sözü etmiyor; "...kimseye kırgın değilim... Milletime saadetler diliyorum..." demek basiretini gösteriyor. Başkaları gibi; "Benden sonrası tufan!" demiyor. İntikamımı alın da demiyor. İşte devlet adamı bu!.. DP milletvekilleri, yüzlercesi ile hapishanelerde ve emniyet birimlerinde akla hayale gelmedik hakaretlere ve işkencelere maruz bırakılıyorlar. Bunların kadir ve kıymetini bilmeliyiz Milletin seçip TBMM'ye gönderdiği bu zevat, böylesine muamelelere tabi tutulunca milletin kendisi de ister istemez korkuyor, siniyor ve hatta siyasetten tiksinir hale geliyor. 1960'taki darbe yetmiyor, onu takip eden on sene içinde 1971 Muhtırası veriliyor; yetmiyor bir on sene sonra da 1980'de yine askeri ihtilal yapılıyor. Bu kez bütün siyasi partiler kapatılıyor ve TBMM tatil ediliyor. Siyasi parti liderleri gözaltında tutuluyor; parti kadroları aylarca yargılanıyor. Şimdi sorarım size; siyaset fidanının dibine bunca kezzap dökme ameliyesinden sonra, bu siyaset fidesinin sürgün verme, yeşerme ve meyve verme ihtimali olabilir mi? Bugünkülere şükretmeliyiz ve bunların kadir ve kıymetini bilmeliyiz. AB sürecinde aday ülke olarak hızla yolumuza devam ederken en çok dikkat etmemiz gereken husus, siyasetin önünü kesmemektir. Zaten bu saatten (2007) sonra kesmek de bir şey ifade etmemektedir! Nitekim önü kesilmek istenen her siyasi parti, bir sonraki seçimlerde çok daha güçlü arz-ı endam etmektedir.