11 Eylül'deki dehşet saçan olaydan sonra, ABD yetkililerini ve onların hissî ve fevrî söz ve davranışlarını anlamak ve bir şeyle izah etmek mümkün. İnsanlar, hiç beklemedikleri böylesi bir olayla şoke oldular. Ancak hayallerinde canlandırdıkları ve sinema filmlerinde gördükleri olayları, iliklerine kadar yaşayarak tattılar! Dünyanın çeşitli yerlerinde savaş ve çokça terör olayları oluyordu ama, Amerikalı, bunları sadece televizyon ekranlarından seyrediyordu. Savaşın kan ve barut ortamı; açlık, gözyaşı, sıkıntı ve çığlık Amerikalıya yabancı idi. 11 Eylül'deki insanlık tarihinin en büyük terör olayı ile irkilen Amerikalılar, ne diyeceklerini ve nasıl davranacaklarını şaşırdılar ve başta Başkan Bush olmak üzere pek çok yetkili, tehditler savurarak savaş çığlıkları attı. Oysa, anılan savaşın muhatabı bilinmiyordu. Düşman görülmüyor, hedef seçilmiyordu. ABD bir devletti; üstelik süper güçtü. Zaman geçip, olayın şoku atlatılınca, ayaklar yere bastı ve ABD'li yetkililer daha temkinli ve teennili olmaya başladılar. Bir yandan, düşmanı teşhis ve tespit ederken, diğer yandan, girişecekleri harekat için bütün dünyayı yanlarına çekmeye çalışıyorlar. Türkiye'miz ise, terörden bunca ağzı yanmasına ve edindiği onca acı tecrübeye rağmen; üstlenmesi gereken nazım rolü bir türlü üstlenemedi ve ABD'den daha fazla savaş çığlığı attı. Kraldan fazla kralcı gözüktü. Bu anlamsız işte de başı, maalesef hükümet ve sorumsuz bir kısım basın çekti. Hükümetin başı, Amerika Birleşik Devletleri'ni Amerika Büyük Devletleri olarak telaffuz ediyor; dereyi görmeden paçaları sıvamaya kalkışıyor ve bütün beyanlarında ABD'nin yanında olduğumuzu, kayıtsız şartsız bir eda ile dile getiriyor. Bu durumdan cüret alan ABD'li senatörler soluğu Ankara'da alıyor ve Türkiye'yi kralın taçını taçlandıran yıldıza benzeterek, taviz üstüne tavizler koparmaya çalıştılar! Kapalı kapılar ardından sızan bilgilere göre; sizin terör konusunda çok tecrübeniz var, bu hususta yetişmiş, eğitimli insan gücünüz var diyerek, 'özel kuvvet' talebinde de bulundular! Halbuki Türkiye, daha Körfez Savaşı'nın yaralarını saramamış, bu yüzden uğradığı milyarlarca dolarlık zararla yüz yüze bırakılmıştı. IMF reçeteleri doğrultusunda bir krizden öbürüne yuvarlanan ve tarihinin en büyük ekonomik bunalımını yaşamakta olan Türkiye, bilinçli bir şekilde mi bu batağa itildi? İşin uzmanları böyle olduğunu söylüyor. Ekonomisi felç olmuş, gırtlağına kadar borca batmış ve ithal ettiği bakanıyla el kapılarında avuç açan bir Türkiye, nasıl nazım rolünü üstlenebilir ve tarihi misyonunu ifa edebilir? ABD, açıkladığı terör örgütleri listesine PKK'yı da dahil etti diye seviniyoruz! Bu kanlı örgüt, 20 senedir Türkiye ile savaş halinde ve oluk oluk kan akıtıyor. Bütün bunlar, şimdiye kadar neden görülmedi ve onca başvurumuza rağmen, NATO'nun 5. maddesi, NATO üyesi olan ve kuruluşundan bugüne kadar bütün sıkıntılarını çeken Türkiye için neden işletilmedi? Hükümet, bunları soracağına ve bu yüzden uğradığımız kayıpları telafi ettireceğine; süt dökmüş kedi misali; neredeyse suçluluk kompleksine kapılıyor ve anlaşılmaz bir tavırla teslimiyet sergiliyor! Kıbrıs Barış Harekatı'ndaki Bülent Ecevit gitmiş, onun yerine; bütün bir millet gibi kendi partililerinin de tanıyamadığı başka bir Ecevit gelmiştir!