Meselelerimizi zamanında halletmeyip, halının altına süpürmeyi maharet bilen ender milletlerdeniz. Bu şekilde yaparak meselelerimizi hallettik zannettirmek de, yalnızca bize has bir özelliktir. Hatırlayın; merhum Özal, Kürt meselesine eğilmiş ve kültürel haklar konusunda belirli açılımlar yapmak istemişti. Gelişen teknolojiyi örnek vermiş ve; ufak bir çanakla, doğu ve güney-doğudaki vatandaşlarımız dünyanın bütün televizyonlarını pekala izleyebilmektedirler. Şu halde; onları zehirli yayınların etkisinden koruyabilmenin yegane yolu, onlara kendi dillerinde zararsız yayınlar sunabilmektir. Merhum Özal bu ve buna benzer bir iki kültürel hakları dile getirince; at kaçtı, torba düştü! Kızılca kıyamet koptu; Özal'ı Kürtçü ve bölücü ilan edenlerimiz dahi oldu. Yine bakınız, zaman Özal'ı haklı çıkardı. Bugün onun dediklerini uygulamak zorunda kalmıyor muyuz? Kürt sorunu, hatta Kürt yok demekle bu mesele halledildi mi? Halledilmediği gibi, kar topu misali büyüyerek bugünlere gelindi. Bu meseleyi yalnızca basit bir terör olayı görmekle ne kadar yanıldığımız ortada değil mi? Meseleyi halletmek için, yalnızca terörle mücadele yolunu; yani silaha karşı silah yolunu seçerek bu işin altından bütünüyle kalkabileceğimizi zannettik. Oysa; terörle mücadelede onca başarılara rağmen, meseleyi halletme yönünden aldığımız mesafe ortada! Ortada, senelerin biriktirdiği, her türlü olumsuzluğun oluşturduğu bir bataklık mevcut. Bu bataklık kurutulamadığı gibi, her gün daha da büyüyor. Dağa insan göçünü önleyemediğiniz müddetçe, bu bataklık, tüm melanetini kusarak yoluna devam edecektir. Nitekim, etmektedir de. Konunun sosyal, siyasal, ekonomik, sosyolojik ve psikolojik boyutları olduğunu; artık her kesimden insanımız dillendirmektedir. Dün, bunları dillendirenlere bölücü-hain gözüyle bakılıyordu. Bunlardan bir kısmını iyi niyetli görmenin imkânı yoktur. Çünkü, bu bir kısım tuzu kurular, milletimizin kendi içindeki kavgadan nemalanmaktadırlar! Milletçe bizi cambaza baktırıp, melanetlerini işleyebilmektedirler.