Yüz seneyi aşkın bir zamandır bu memlekette soytarılık revaçtadır. Hem de, o bilinen cinsten soytarılık değildir bu! Din adına televizyon ekranlarına çıkıp ahkam kesenlere dikkat edin; din ilimlerini tahsille yakından uzaktan bir ilgileri yoktur. Elifi görseler, mertek zannederler. Ama gelin görün ki, din ilimlerinin tasavvuf dahil hemen her sahasında ahkam kesmekte, bundan da vahimi ise, bol miktarda müşteri de bulabilmektedirler. Aynı şekilde; tarih ilmiyle, araştırmacılıkla hiç alakası olmayan bir kısım nâdan da pervasızca kitaplar yazıp absürdlük yapabiliyor ve birilerine şirin gözükebilmek, özellikle Türk'ün ebedi düşmanlarının gönlünü hoş edebilmek için, Türklerin milyona yakın Ermeniyi kestiğini ileri sürebiliyor! Hani belgen? dediğin zaman çıt yok! Osmanlı memaliki dahilinde Ermeniler asırlarca müslümanlarla iç içe yaşamış; bir tekinin burnu bile kanatılmamışken, nasıl olmuş da bunlar soykırıma tabi tutulmuşlar? Türklerin böyle bir niyeti ve emeli olsaydı; bugün bir tek Ermeni'nin, Rum'un, Bulgar'ın, Yahudi'nin vb. varlığı söz konusu olabilir miydi? En güçlü zamanında bu vahşeti sergiler, soylarını kuruturdu! Bunu yapmaya, Türk'ün ne karakteri ve ne de inancı asla müsaade etmez. Nitekim etmedi de. Etmedi ki, bütün bunlar ve diğerleri; Osmanlı'nın yıkılışından sonra müstakil devletlerine onca nüfuslarıyla kavuşabildiler. Vicdanı olan kulak versin Ermeniler, Osmanlı topraklarında yaşayan saygın vatandaşlar iken ve hatta Osmanlı yönetimi tarafından kendilerine "Teb'a-yı sadıka" denilen bu millet, Ruslar'ın oyununa geldi. 1914 senesinde başlayan Birinci Cihan Savaşı'yla birlikte Ruslar, Doğu valiyetlerimizi işgale başladılar. Ermenileri kullanarak silahlandırdılar. Yüzyıllardır birlikte yaşadıkları müslümanların üzerine sürdüler. Van'da bu vahşeti bizzat yaşayan devrin en büyük İslam alimi Seyyid Abdülhakim Efendi'nin tespitlerini aynen aşağıya alıyorum. Birazcık vicdanı olan, hadiseyi yaşayan bu mübarek zata kulak versin: "... Rus askeri, İran tarafından gelerek Doğu Anadolu'yu işgale başladı. Bir taraftan da Ermenileri silahlandırarak masum Türk halkı üzerine kışkırtıyorlardı. Hızla silahlanan Ermeniler, müslümanların mallarını yağma etmeye koyuldular... Mayıs ayında düşman kasabamıza bir saatlik mesafeye yaklaştığından hükümet tahliye emri verdi. (Dikkat ediniz müslüman ahaliyi tehcir ediyor, bilahare Ermenileri tehcire zorlaması niçin kabahat olsun?!) Tekrar dağlara ve çöllere düşdük. Evlerimizi, çarşılarımızı, okullarımızı, camilerimizi tamamiyle yakıp kül ettiklerini haber aldık. Bu vaziyette zaten geri dönemezdik! Düşman istilasına devam ederek, Van, Şafak ve Nurduz'u ele geçirmişti. Ermenilerle Keldani aşiretlerine mensup olanlar, dünyanın yaratılışından beri görülmedik zulüm ve vahşete yol açıyorlardı! Hicret edenlere Masiru adındaki bir dereden yol bulup gitmekten başka çare kalmamıştı. Bu istikamete yol veren bir derenin iki yanındaki düzlükte çoğu kadın ve çocuktan ibaret olan birkaç bin nüfus dağlara sığınmıştı. Zira, eli silah tutanların hemen hepsi Erzurum taraflarında ve cephede bulunuyordu. Hayvanlara yem oldular Tamamen müdafaasız kimselerden meydana gelen göç topluluğu bir ana-baba günü manzarası ile yol alıyordu. Ermeni fedaileri ise, Nurduz'dan beri; perişan haldeki bu muhacirleri takip ediyor, genç kız ve kadınları esir edip götürüyor, büyük bir kısmını şehid ediyor, kalanları tekrar takibe koyuluyordu! Zaho'nun dağ ve çöllerinde muhacirlerin yüzde yetmişi açlıktan can verip ve hatta hayvanlara ve kuşlara yem oldular... Bizimle beraber yirmi dokuz köyün ihtiyarları, kadınları ve çocukları ıssız çöl ve dağlarda elimize ne geçerse yiyip, bin bir türlü meşakkat ve zahmetle o sene Haziran'ın birinci gecesi Revandız'a girdik... Oradan Musul, Adana, Konya üzerinden Eskişehir'e ve nihayet 1918 senesinin Nisan ayının ortalarında İstanbul'a vasıl olduk. Yüz elli kişi olarak çıktığımız bu yolculukta Eskişehir'e geldiğimizde yirmi kişi kalmıştık."