Ülkemizde siyaset,çok netameli bir süreçten geçiyor. Dört partili parlamentoda iki parti (AK Parti ile BDP), bu süreci desteklerken; diğer iki parti ise (CHP ile MHP), karşı çıkıyor. Gerçi, CHP, katılıp katılmama konusunda; başından beri yalpa yapıp durdu ama; sonunda, ulusalcıların dediği oldu ve ana muhalefet partisi de sürecin karşısında pozisyon aldı. Her bir siyasi parti; kuruluşuna uygun tarzda hareket ederek, kökleri üzerinde durdu.
Demokrasilerde siyasi partiler, toplumun öncü kuruluşlarıdır. Geniş halk kitleleri, siyasi partiler eliyle temsil edilirler. Toplum adına karar verecek siyasi kişilerin zamanı çok iyi okumaları; zamanın ihtiyaç ve gereklerine göre, isabetli karar alma sorumlulukları vardır. Aksi halde; yalnızca kendi başlarını yakmakla kalmazlar; hakkında karar aldıkları toplumu da batırırlar.
Yakın tarihimizde, bu halin tipik örneği; imparatorluğumuzun başına musallat olan İttihat ve Terakki Parti yöneticilerinin maceraperest hevesleri istikametinde vermiş oldukları yanlış kararlar yüzünden Cihan Devleti'mizi kaybetmiş olmamızdır.
Eski tas, eski hamam havası içinde, statükodan beslenen siyasi partiler; barış sürecine karşı olmalarına gerekçe olarak ülkemizin bölüneceğini gösteriyorlar. Bunu söylerken; otuz senedir boğuştuğumuz 'düşük yoğunluklu savaş'tan bile ibret almıyorlar.
Bu zihniyete göre; Kürtleri yok saymak yetmemiş; ihtilal yönetimiyle halk, işkencelerden geçirilmiş ve sayıları binleri bulan kesimi ise faili meçhul cinayetlere kurban edilmiştir. Diyarbakır işkence hanelerinden yakayı kurtaranlar ise, soluğu dağda almış ve o hayatı benimseyerek mücadeleye girişmişlerdir.
Terör Örgütü bu mücadelesinde hiç yalnız kalmamış; başta Türkiye'nin müttefikleri olmak üzere, tüm komşularını ve hatta bütün bir dünyayı yanında bulmuştur.
Türkiye bu belayı; evvela Kürtleri yok sayarak ve ardından da demokrasiyi (insan hak ve hürriyetlerini) onlara (ve tabii bütün halkına) çok görerek kendi başına sardı. Bu durumu fırsat bilen Türkiye düşmanları da bunu bir maden gibi işleyerek; örgüte her türlü desteği vererek üzerimize saldı. Bu, böyle 30 yıl devam etti. Başta genç fidanlar olmak üzere; ülkemizin maddi ve manevi kaynakları, 30 yıl boyunca heba edildi.
Geçen bu otuz yıl boyunca, terörle mücadele yalnızca polisiye tedbirlerle yapılmaya çalışıldı. İşin köklerine inmeden, sebepleri araştırılmadan; silaha yalnızca silahla karşılık verildi. Terörün kökünün kazınması şöyle dursun; her geçen gün artan eylemlerin yanı sıra; dağa çıkan terörist sayısı da artmaya devam etti.
Barış sürecini tıkamak isteyen muhalefet partileri ne yapmak istiyor? Dünyanın geldiği bugünkü konjonktürde; halklara demokratik hak ve özgürlükleri vermek mi ülkeyi böler; yoksa vermemek mi?
Barış sürecinden sonra tabela partisi olarak kalmamak için, yukarıdaki sorunun şimdiden cevaplandırılması ve gereğinin yapılması lazımdır...