TBMM'deki Kıbrıs görüşmelerini ve bu görüşmelerden önceki iktidar ve muhalefet parti gruplarında, Başbakan ve ana muhalefet liderinin aynı konu etrafında söylediklerini izlemişsinizdir. İktidar adına konuşma yapan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 1 Mayıs 2004 tarihinden sonra olacaklara dikkat çekerken; CHP liderinin bu endişeye karşı, grubunda sarfettiği söz; "1 Mayıs'tan sonra 2 Mayıs'tır!" şeklinde oldu. Ama o 2 Mayıs'ın nasıl olacağını; o 2 Mayıs'tan itibaren Kuzey Kıbrıs Türklerini ve dolayısıyla Türkiye'yi nelerin beklediğini söylemedi, söyleyemedi. Daha şimdiden KKTC vatandaşları, Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin kapılarında saatlerce bekleyerek iş ve aş arayışını sürdürmektedir. Acaba KKTC vatandaşları onca eziyete ve zillete niçin katlanıyorlar dersiniz? Keyiflerinden olmasa gerektir! MGK'dan başlayarak, hükümetin, Genelkurmay Başkanlığının ve dışişleri bürokrasisi ile birlikte Rauf Denktaş'ın önderliğindeki KKTC yetkililerinin ortaklaşa hazırlayıp tatbik mevkiine konulan "Barış süreci" projesini anlamazlıktan gelmek ve yermek; dünyada sadece CHP muhalefetine yakışan bir tutum ve davranıştır. Bu nasıl "sosyal demokratlıktır?" İkili, yahut dörtlü tarafların (KKTC-Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Türkiye, Yunanistan) anlaşamadıkları kısımları BM Genel Sekreteri'nin doldurmasını ve daha da ileri giderek Annan Planı'nın görüşmelerde temel alınmasını içlerini sindiremiyorlar. Bu şekildeki bir uygulamanın "ver-kurtul" mantığı olduğunu ileri sürüyorlar. Halbuki, Sayın Rauf Denktaş bile; "önümüzde iki supabımız var; bunlardan birincisi KKTC'de yapılacak referandum, bir diğeri ise TBMM'nin kararıdır" diyor... Demokrasi varsa, bırakalım da KKTC halkı, gelecekleri hakkında kendileri söz sahibi olsunlar. Eğer, onları kendilerinden daha çok düşünüyoruz iddiasında isek, o vakit de, o referandumun görüşülüp tartışılacağı ve bir karara varılacağı merci olarak TBMM var. Bunların verecekleri kararlara saygı duyup güvenmediğimiz takdirde bizim demokratlığımız sorgulanmaz mı? Bu nasıl "sosyal demokratlıktır?" Tarihi süresince CHP'nin demokrasiden ve demokratlıktan ne anladığını biz pekâlâ biliyoruz da, bu durumu bir de yeni nesillerin görüp yaşaması lazımdır! CHP'nin demokrasiden ve demokratlıktan anladığı; vaktiyle, nümayiş yapan solcu gençlere Ankara Valisi Tandoğan'ın söylediği şu sözde yatmaktadır. Vali Tandoğan, gençlere diyordu ki: "Size de ne oluyor? Eğer komünizm faydalı bir şey ise onu biz getiririz; siz oturun oturduğunuz yerde!" Evet; doğrular, heyet-i umumiyesi ile CHP'nin elindedir! İsmi Halk Partisi olmasına rağmen, halkın bir özlemi, beklentisi ve arzusu olamaz! Olsa bile onu dillendiremez. Halk adına onu CHP zihniyeti tepeden dayatır! CHP'nin anladığı, şimdiye kadar uyguladığı ve bundan böyle de uygulamaya çalıştığı demokratlık, (üstelik önüne bir de "sosyal" ilave ederek) budur! Muhalefet kan kaybediyor! Dikkat ederseniz; bu ucube zihniyetin milletin ensesinde boza pişirerek yoluna devam etmesi ve kendilerine yer bulabilmeleri için; Türk halkının rahat olmaması lazımdır. Halkın ekonomik yönden çöküntü içinde olması, devletin de başta komşularıyla olmak üzere hemen herkesle kavga halinde olması gerekmektedir! Şimdiye dek sürdürülen bu politikaların iflas ettiğini ve netice itibariyle duvara toslandığını hâlâ göremiyorlar Göremiyorlar ki, muhalefette iken bile kan kaybetmeye ve erimeye devam ediyorlar.