Türkiye'nin seneler senesi üzerinden bir türlü atamadığı iki büyük sıkıntısı var; bunlardan birincisi yönetim zaafı yani, istikrarsızlıktır. İkincisi de, idareye olan güvensizlik!.. Demokrasi tarihimizde yönetimde istikrarı yakalamadık değil. Süleyman Demirel'in dediği üzere millet, devamlı suretle pırasa doğrar gibi oy verip parçalı hükümetlerin oluşmasına sebep olmadı. Tek başına partileri de iktidara taşıdığı oldu. Ama, tek başına iktidara gelenlerin hiçbirisi de; yönetimde istikrarı sürekli kılacak kalıcı tedbirleri almadı. Yerinden yönetim bunların başında geliyor. Yani, mahalli idarelerin güçlendirilmesi. Bunun kanunu, önceki koalisyon hükümetleri döneminde hazırlanmasına ve büyük bir kısmı Meclis'te tasvip görmesine rağmen, bir türlü son nokta konamadı ve kanun kuvveden fiile çıkartılamadı. O iktidarların gerekçeleri açıktı; yerel yönetimlerin büyük çoğunluğu o zamanki adıyla Fazilet Partisi ile Doğu ve Güney Doğu'da, yine o zamanki adıyla HADEP'te bulunması idi! Ankara, işleri berbat etme, yüzüne gözüne bulaştırma pahasına merkezî idareden vazgeçmedi. Biliyorsunuz demokrasi bize tepeden dayatıldı. 45'li senelerde tek başına CHP iktidarı vardı ve o iktidarın yegane özelliği millete dayatmaktı! Burada neyi veya neleri diye bir sual aklınıza gelebilir. Bunun cevabı; akıllarına ne gelirse; her şeyi dayatırdı olmalıdır! İşte; cebri hürriyet telkini (demokrasi) de bu dayatmalardan bir tanesidir. Dolayısıyla; tepeden dayatılan bu demokrasinin ne miktar ve ne ölçüde olacağına yine o tepedekiler karar verdi! Bunun da sebebi, ülke yönetimini elinde bulunduran bir avuç elit kadronun millete olan güvensizliğidir. Bu ruh haline, dünyanın hiçbir ülkesinde rastlayamazsınız. Bize özgü bir hastalıktır bu! Burada; yukarıda belirtmeye çalıştığımız ikinci büyük sıkıntı kaynağına geliyoruz. O da güven bunalımıdır. Millet enayi değil ya; kendisine güvenmeyen yöneticisine neden güvensin?! Evet; ortada, iki ucundan çekiştirilen ve zaman zaman neredeyse kopma noktasına getirilen bir ip var! Millet, önüne konan sandıklarda, hemen her seferinde bunun dersini verdi ancak, anlayan olmadı. Daha açık ifadesiyle bile anlamazlıktan geldiler! Bir ülke nasıl kötü yönetilir ve bugünkü hale sokulur diye sorulur ve bunun kitabı yazılsa; bu kitabın yazarlar bölümünde bizdeki siyasetçileri, özellikle idare-i maslahatçı siyasetçileri alt alta ve profesör titri ile yazmak icap eder! Bunların kimler olduğunu biliyorsunuz; mevcutlardan hangisi değil ki?! Millet, 3 Kasım seçimlerinde önüne konulan sandıkta bir kere daha ders verdi; üstelik bu kez Anayasayı değiştirecek çoğunlukta bir partiyi tek başına iktidara taşıdı. Bununla millet, AK Parti'ye çok büyük bir sorumluluk yükledi. Demokrasi tarihimizde hiçbir partinin yapamadıklarını AK Parti'den bekliyor! Merhum Özal bunun yolunu açmıştı. Üstelik partisi bu kadar güçlü gelmemişti ve konjonktür müsait değildi. Zira, ihtilal döneminden sonra iktidar olmuştu. Ona rağmen Özal, çok büyük işler başardı. Sıra AK Parti'de!..