Üstad Necip Fazıl -1-

A -
A +
Hayat, gerçekten hayaldir sevgili okuyucularım. Sevgili Üstad'ımız susalı, otuz yıl olmasına rağmen; sesi, her geçen gün daha gür bir seda ile gönüllerde yankılanmaktadır. Talihe bakın ki; geçen asrın başlarında (25 Mayıs 1905) doğuyor. Çocukluk ve delikanlılık yıllarında; üç ayrı rejimi (Padişahlık, Meşrutiyet ve Cumhuriyet) ve üç savaşı (Balkan, Trablusgarp ve Birinci Cihan Harbi) yaşayarak gördü. Dünyanın başımıza yıkıldığı ve hepsi 10-15 seneye sığan bu meş'um devrin özeti: İhtilaller, savaşlar, çöküş ve devrimler... 1908'de Sultan Abdülhamid'i devirenler, devrim adına gelip; bu kısa süre zarfında her şeyi devirerek ve adına devrimler diyerek; maddede ve manada yok oluşa imza attılar.
Üstad'ın mısralarında bu durum: 
"Cemiyet, ah cemiyet yok edilen ruhuyle
Ve cemiyet cemiyet yok eden güruhiyle"
...
"Üç katlı ahşap evim; her katı ayrı âlem;
Üst kat elinde tesbih ağlıyor babaannem.
Orta kat 'mavs' oynayan annem ve âşıkları! Alt kat kız kardeşimin tamtamda çığlıkları!"
Sonradan; yukarıdaki dizelerle dile getirdiği toplumun; ele-avuca sığmaz, nefsinin olanca hızıyla esiridir genç şair. Yüksek öğrenim için gittiği Paris'te, bir Türk'ten öğrendiği kumar illetine yakalanır ve bu illetten uzun seneler yakasını kurtaramaz. Kendi tarifi ile Paris: "İhtilaç, raşe, takallüs, hafakan üfleyici ve zamanın bütün yıldızlarını maskeleyen ışıkları ve canavar binaları ile bir şeyi, büyük bir şeyi peçeleyici bir kâbus şehri... Kadını, kumarı, içkisi; (bohem) hayatı, şüpheci felsefesi, sar'a nöbetleri içindeki sanatı; çözmeye çalıştıkça dolaşan ve büsbütün düğümlenen meseleleriyle Paris..."tir. İşte böyle bir Paris'te; Türkiye'ye dönmesi için kendisine verilen iki bin Frank yol parasını, orada kalmak ve öğrenimine devam edebilmek hayaliyle oynadığı oyunda da kaybedince; çıkıp kendini sokağa atar ve: "Pırıl pırıl cadde... Paris kaynıyor... O, genç şair, şehrin kapkara çatıları, esrarlı bacaları ve her an göz kırpan esrarlı ışıkları ortasında, kaybolmuş bir çocuk gibi kimsesiz ve on parasız... Ve 'Işık Beldesi' diye anılan Paris'te, hiçbir yerden hiçbir ümit kıvılcımı göstermez karanlıkta..." Süratle oteldeki odasına çıkar; uçları simsiyah tırnakları ile yanaklarını kanatırcasına tarayarak ağlamaya başlar ve: "Allah'ım! Beni, kendi kendimden kurtar!" diye yakarır. Türkiye'ye döner; edebiyat muhitlerinde aynı "bohem" hayatının içinde şiirleriyle; özellikle "Kaldırımlar" şiiriyle zirve yapar. Gıpta ile bakılıp, eller üstünde tutulur ve aynı edebiyat çevreleri kendisi için: "... Bir mısraı, millete şeref verecek düzeyde..." denilecektir. "Beyninin zarındaki kezzap"tan kıvranırcasına acı çeken, onca kalabalıklar arasında kendini yapayalnız hisseden ve Batılının anguaz diye tanımladığı buhranını bir türlü yenemeyen ve otuzuna merdiven dayayan bu genç adam; Şirket-i Hayriye vapurunda; kendi tabiriyle "Hızır tavırlı" bir adamdan; kurtarıcısı olacak yol göstericinin ismini alır: Es-seyyid Abdülhakim Arvasi...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.