Üstad Necip Fazıl'ı 25 Mayıs 1983'te Hakk'ın rahmetine uğurlamıştık. Zaman su gibi akıp gidiyor; tam 28 sene oldu; onun tabiriyle: "... Çent zamandır şu topluluk nizamı içinde buluşamadık. Ben biraz daha ihtiyarladım, sizse. Daha tazeleştiniz. Fakat, bende ihtiyarlamayan ve son nefesime kadar gitmesi icab eden bir hal, beni size sizi bana kavuşturuyor!" O ve onun gibiler, Cennet nimetleri içinde yüzerken, geriye bıraktığı biz ve bizim gibiler ise; son nefesimize kadar gitmesi icab eden bir haller manzumesi ise boğuşuyor, çabalıyor, didiniyor ve biraz daha yaşlanarak, onlara doğru hızla yol alıyoruz. Bugünlerimizin kıymetini bilelim! Zira bu günlere kolay gelinmedi. O devir yani onların devri; kendi tabiriyle 'cumudiyye-bir buz dağı' dönemi idi. Küfür ve ilhad kol geziyordu. Allah cc demek ve Allah ve ahlaktan bahsetmek yasaktı. Allah cc diyen ve ahlaktan bahsedenler, tıpkı eşkıya gibi takibe uğruyor ve zindanlarda çürütülüyordu. Üstad Necip Fazıl ve dava arkadaşları; "Nefeslerinin donmaması için(!) o buz dağını üfleyerek erittiler." "Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes. Ey! Kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es!.." Surlar aşıldı ve; yine kendi ifadesiyle: "... Güneşin zaptı yakın!" Gerçek fethin müyesser kılınması için; bunca nimetin kadri bilinmeli ve asla nankörlük edilmemelidir. Aksi halde; bunların da elimizden alınacağını ve şiddetli azaba uğrayacağımızı; Kur'an katiyetiyle bilelim! Üstadlar; o günün zor şartlarında, tırnaklarıyla dağları erittiler ve hamuru hazır hale getirdiler. Onu pişirmek de bize düşüyor! Mukaddes emanetin, bizden sonraki nesillere ulaştırılmasının yegane sırrı; birbirimizi sevmektir. Birliği ve tüm başarıları doğuran işte bu sevgidir. Zor da olsa, gidenler görevlerine yaptılar ve emaneti bize ulaştırdılar. Biz, kendimize bakalım; oturup derdimize yanacağımıza; aynı iman-ruh ve gayretle didinip onlara layık olmaya çalışalım. Allahım! Onların derecelerini, bizim de idrakimizi artır!..