Güven, çok zor elde edilen ama, çok çabuk kaybedilen bir olgudur. Bizde; devlet-millet kaynaşması gerektiği gibi sağlanamadığından, olumsuzluklarımızın temelinde güvensizlik yatmaktadır. Bu durumu evvelemirde devletin kendisi başlattı ve milletine güvensizliği esas aldı. Öyle ki, hemen her devlet dairesinin her kademesinde devlet, vatandaşının beyanını esas almaz. Bizim sistemimiz devlet odaklı olduğu için, hemen her şey devlete, devletin âli menfaatlerine göre dizayn edilmiştir. Devletle millet arasındaki şözleşmeyi yansıtan anayasalarımıza dikkat edin; milletin devlet için olduğunu görürsünüz. Oysaki, modern ve ileri demokrasilerde anayasalar fert odaklıdır ve her şey ferdin mutluluğu için dizayn edilmiştir. Dolayısıyla oralarda devlet millet içindir. Bizde işin temelinde güvensizlik yattığından, toplumsal olaylardaki en ufak bir yanlışlık, beceriksizlik veya aymazlık; derin ayrışmalara ve büyük infiallere sebep olmaktadır. YSK'nın beceriksizliğini gördük; önce 'veto' dedi; sonra bu kararından rücu etti. Veto kelimesini hem yanlış kullandı ve hem de bir vesayet ürünü olan bu veto kelimesine milletin derinden nefreti ve öfkesi vardı. Bu, hesap edilemedi ve ortalık birden savaş alanına döndü! Halbuki devlet adamlarının çok düşünüp az konuşmaları lazım gelir. YSK'nın üyeleri hakim ama, kurum olarak bir mahkeme değil. Üstelik kararları kesin ve hiçbir mercie götürülemiyor. Bu durumun yanlışlığına Anayasa Mahkemesi Başkanı işaret etti ve YSK kararları da denetime açık olmalıdır dedi. Ne denir; bir musibet bin nasihatten yeğdir, diye boşuna söylememişlerdir! Güven bunalımını çözmenin yegane yolu vesayet sisteminden kurtulup; yönetimde milletin ana eksende yer almasını sağlamaktır. Bu da, elbette ki tam demokratik anayasadan geçmektedir.