Ya belirleyecek; ya da belirleneceksiniz!.. Doğu ile Batı arasında kavşak noktasında bulunan ve köprü konumunda olan Türkiye'nin kabuğuna çekilmesi; bölgesindeki ve dünyadaki gelişmelere seyirci kalması mümkün değildir. Kimileri, Sovyetler'in çöküşünden sonra Türkiye'nin önemini kaybettiğini ve özellikle ABD nezdinde ve NATO içinde vazgeçilmez müttefiklikten çıktığını ileri sürüp iddia ediyorlar ki, bu tez baştan sona kadar yanlıştır. Aksine, globalleşen dünyada Türkiye'nin önemi her geçen daha da öne çıkmakta; kendisinden "belirleyici" olması beklenmektedir. Bakınız; varlığını Türkiye'ye borçlu Iraklı peşmerge; ABD'den gördüğü destekle ve ABD'ye olan güveniyle, aklınca tehditler savuruyor ve bu cümleden olarak Kuzey Irak'taki Türk askerinin bölgeyi terk etmesi gerektiğini ileri sürebiliyor. Küstah peşmerge daha da ileri giderek; gerektiğinde biz zorla çıkarmasını biliriz, gibi hezeyanlar kusuyor!.. Halbuki, Kuzey Irak'taki Türk askerinin varlığı; daha düne kadar başta peşmergeler olmak üzere bölgedeki bütün grupların can simidi konumundaydı. Oradan çıkarmak istedikleri asker, dün, kendilerini Saddam'ın tanklarının altında ezilmekten kurtarmıştı. Ayrıca, kanlı-bıçaklı oldukları diğer peşmerge grupları ile aralarını bulan ve karşılıklı katledilmelerini önleyen de, şimdi istemedikleri Türk askerinden başkası değildir. Türkmenlerin güvenliği ve KADEK! Peki; yabancı bir ülkenin topraklarında Türk askerinin işi nedir? Türk askeri oraya piknik yapmaya gitmediğine göre; oradaki varlığının haklı ve meşru sebebi nedir? Birincisi; peşmergenin insafına terkedilemeyecek Türkmenlerin güvenlik konusudur. İkincisi de; Türkiye, için tehdit oluşturan, bölgedeki PKK-KADEK varlığıdır. Görüldüğü üzere şartlar, Türkiye'yi kabuğunu kırıp oradan çıkmaya ve; "belirleyici" olmaya zorlamaktadır. Nitekim Başbakan Tayyip Erdoğan, Irak'ta etnik ve dinî temellere dayalı federasyonun ülkeyi paramparça edeceğini söyledi. Başbakan, ayrıca bir soru üzerine de; "Irak'taki PKK varlığının devam ettiğini ve ABD'nin bu terör örgütüne yaptırım uygulaması gerektiğini" ifade etti. Aynı durumu merhum Özal, dilinde tüy bitmiş olmasına karşın anlatamamıştı. Bırakın asker ve sivil bürokrasiye; Akbulut başkanlığındaki ANAP hükümetine bile anlatamamıştı. Türkiye ABD'nin 50 senelik dostu ve müttefikidir. Türkiye'nin AB'ye girmek istemesi, ABD ile olan dostluğuna zarar vermez. ABD, bilhassa Türkiye'nin AB'ye girmesi için samimi gayret sarfediyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD ziyareti tam zamanında gerçekleşmektedir. Her ne kadar ana muhalefet partisi lideri Deniz Baykal bu ziyareti; "Türkiye'nin AB endeksli politikası ABD'ye endeksli yapılmak istenmektedir" şeklinde değerlendirmiş olsa da, gerçek öyle değildir. Ayrıca, ABD şu anki dünyada yegane belirleyici süper güçtür. Bu gücü bütün dünya ülkeleri kabul etmektedir. Dolayısıyla; siz isteseniz de istemeseniz de; Washington'ın dünya siyaseti üzerinde etkisi ve ağırlığı bilinmektedir. Şimdi değilse ne zaman?!. Bilindiği üzere; "Eve Dönüş Yasası"nın son tarihi 6 Şubat'tır. Türkiye, Kuzey Irak'taki terörist Kürt varlığını ve yine aynı bölgedeki Kürtlerin hayali taleplerini ve topyekûn Irak'ın geleceğini ABD ile konuşmayacak da kiminle konuşacaktır? Ve bunun zamanı şimdi değilse ne zamandır? Öte yandan; yine bilindiği şekliyle Türkiye, Kıbrıs için, BM'den yeni bir arabulucu talebinde bulunmuştur. Yunanistan'ın AB'ye üye olması, aynı birliğin Güney Kıbrıs'ı da içine almak için davet etmiş bulunması, AB ülkelerini ve onların temsilcilerini taraf konumuna itmektedir. Burada, en etkili ve tarafsız ülke ABD olduğuna göre; Türkiye'nin bu meseleleri ABD ile görüşmesinden daha tabii ne olabilir?