Devletteki hantal yapıdan şikayet etmeyen hiçbir siyasi partimiz yok. Her siyasi parti, seçimler öncesinde milletin karşısına çıkıp oy istediğinde devleti bu hantal yapısından kurtaracağını vadediyor. Milletten gerekli yetki alınıp Ankara'ya gidilince; nedense bu vaatler unutuluyor. Millet yine kendi haline terkediliyor! Devletimiz 1920'lerin savaş şartlarında kuruldu. Çok partili siyasi hayata (demokrasiye) geçtiğimiz 1950'den sonra iki Anayasa çıkarıp yürürlüğe koyduk. Birincisinde (1961 Anayasası) on yıl sonra geniş tadilat yaptık. En son yaptığımız Anayasa 1982 tarihli olup o gün bugündür bu Anayasa'da da köklü değişiklikler yapıldı. Yapılan bütün bu Anayasa'lar hep "olağanüstü" dönemlerin eseridir. Bundan dolayıdır ki, kısa bir zaman sonra bol veya dar geliyorlar ve toplumun ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak oluyorlar. Diğer bir deyişle; bu Anayasalar, normal zamanların ve şartların ürünü değiller. Adeta "tepki" anayasası hükmündeler. Dolayısıyla, AB uyum sürecinde bir sürü kanunlarımızda değişikliğe gidiyoruz. Neticede iyi yapıyoruz ama, kâmil manada yapamıyoruz. Bunun için de Anayasa'yı yeniden; baştan sona kadar gözden geçirip günün şartlarına uydurmamız gerekiyor. Anayasa'nın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelerinin dışındaki tüm maddeler elden geçirilmeli ve medeni âlemle (gerçek demokrasi) uyumlu hale getirilmelidir. Aksi halde Yasama Meclisi'nin çıkarmış olduğu kanunlar; önce Cumhurbaşkanı'ndan "veto" yer, o da olmazsa, yani Meclis çıkarmış olduğu kanunda ısrar ederse bu kez yine Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesine götürülür. Anayasa Mahkemesi de yürürlükteki anayasa ile hüküm vereceğinden "iptal"den öteye gidilemeyecektir. Bu durumun sıkça örneğini gördük. Havanda su dövmek Havanda su dövmenin manası yok; boşu boşuna zaman israf ediliyor. İşe temelden başlamalı ve muhalefetle oluşturulacak konsensüs sonucunda Anayasa değişikliğine gidilmelidir. Cumhurbaşkanı, İl Özel İdaresi Kanunu'nu veto etti. Veto gerekçeleri incelendiğinde bunların vehme dayalı indî mütalaalar olduğu anlaşılıyor. Yeniden yönetimin devletin "üniter" yapısıyla çeliştiğini ifade ediyor. Diğer bir deyişle; atanmışlara güveniliyor, seçilmişlere güvenilmiyor! Seçilmişlerin yetkilerinin arttırılması bu bakımdan sakıncalı görülüyor. O zaman sormazlar mı; koskoca Yasama'yı (Meclis) ve Yürütme'yi (Hükümet) seçilmişlerden oluşturduğumuza göre, o vakit bunlara güven nasıl olacak? Sayın Cumhurbaşkanı belli ki; "merkezi" yönetimde ısrarlı ve bunun paylaşılmasını istemiyor. Bu durumu sakıncalı görüyor. Halbuki, bu güne kadarki "merkezi" yönetimle Ankara'yı nasıl tıkadığımız ve çalışmaz hale getirdiğimiz ortadadır. Peki; herkesin şikayetçi olduğu bu halden nasıl kurtulacağız? Anayasa değişikliği şarttır Devleti aslî unsurlarına çekmediğimiz müddetçe bu dağınıklık ve keşmekeş sürüp gidecektir. Devlet, asli unsurlarına çekilebilse; hakem görevini yani denetimi hakkıyla yerine getireceğinden vehme dayalı bütün bu kuşkular da ortadan kalkmış olacaktır. Bunun için de evvel emirde Anayasa değişikliği şarttır. Şimdiki haliyle her şeye koşan ve koştuğu konuların bir ikisi dışında hiç birisinde başarı temin edemeyen devleti, başka nasıl daha etkili ve güçlü kılabileceğiz? Seçilmiş ya da atanmış; kendi insanımıza güvenmeyeceğiz de kime güveneceğiz? Bunların arasında ayırım yapmak ve birini diğerine tercih etmek kadar ilkellik olabilir mi?